sabahattin ali'nin 1943 tarihli enfes romanı. kitabı açıklamaya başlamadan önce sabahattin ali'den
biraz da olsa bahsetmek isterim.
sabahattin ali, kitaptaki önsözde de belirtildiği gibi, talihsiz bir yaşamı noktalayan trajik ve gizemli bir ölüme sahip. önyargı sayılabilecek bir düşünceye göre sait faik'in tam tersidir sabahattin ali. aynı düşünce
sait faik'i bireyci düşüncenin öncüsü olarak addederken, sabahattin ali'yi ise toplumcu düşüncenin öncüsü olarak gösterir.
şüphesiz ki bu saçma bir genellemedir; keza çok uzun süredir ürün veren iki ustanın yapıtlarından bu düşünceyi çürütebilecek pek çok örnek bulunabilir.
kitap ise romandan daha çok uzun hikayeyi andırıyor. öyle cümleler içeriyor ki, her biri ayrı ayrı cite(türkçe kullanamadım özür) edilebilir, öyle tasvirler içeriyor ki gözler kapanınca kafada belirebilir. bu kitabın konusunu özetle aktarmanın becerim dahilinde olmadığını düşünüyorum ve bu işi kitabın arka kapağına bırakıyorum:
"kimi tutkular rehberimiz olur yaşam boyunca. kollarıyla bizi sarar. sorgulamadan peşlerinden gideriz ve hiç pişman olmayacağımızı biliriz.". işte bu şekilde tutkulu bir aşkı anlatıyor kitap, herkesin sahip olmak için çok şeyini, kaybetmemek için ise daha çok şeyini verebileceği bir aşkı...
kısacası okunası bir kitap değil,
okunması gerekli bir kitap. hiçbir şey için değilse, türk yazınının ne kadar güzel eserler verebildiğini görmek adına veya maria puder'ımızı bulmak adına...
bonus track: bu vesileyle hayatında ilk defa gördüğü bir insanın doğumgününü kutlamak inceliğine sahip, bana bu enfes kitabı hediye eden
peaceramon abime de çok teşekkürlerimi sunarım.