kendini aramanın tam karşılığı gibi samimimi duruşa sahip bir kavramdır özlemek. aynı zamanda ve belki bu tanımla çelişir şekilde olarak, özlemin türüne göre ona yüklenen anlam da değişebilmektedir. o halde bütün bunları kavrayacak ve tek bir çatı altında toparlayacak başka bir tanımlama veya sıralama yapmak -belki her bireyi tatmin eden ve genel geçer bir ifade olmaz ama- yerli yerinde olur. zira özlemek-olsa olsa-; sende olan bir parçanın kaybolmasının ardından hissedilen yoksunluğun etkisi ile belirli bir çekim alanına yakalanmak demek olabilir.
bir
puzzle yahut lego parçasının kaybolması ve bulunamaması yahut bir bulmacanın en can alıcı, kilit sorusunun bilinememesi gibi bir izlenim bırakmıştır benim aklımda her zaman. çoğu kere sırf bu yüzden ısrarlı bir arayış ve belki anlamsız bir iz sürme yarışına döner özlem.
özlemenin kendi varlığı başlı başına bir zuldür, işkencedir. özleyenin özleneni boğazlanması veya yaşam alanını daraltması nedeniyle canlı bir ölüm yahut bir tür hür tutukluluk yaşar özlenen. özlemin bir eşyaya, bir insana veya bir mekana dönük olan cinslerinden her iki taraf için de en anlamlı, en can sıkıcı, en boğucu, en zorlayıcı ve yukarıda değinilen türü; bir insana yahut daha özelde bir sevgiliye duyulan özlemdir.
özlenen sevgili olunca, dünyanın bütün mekanlarını terk edesi gelir insanın. ve bütün sokaklarında, bütün camlarında, bütün şafaklarında hep silüeti asılı durur sevgilinin ve her yerden fışkırıp yağacak gibidir onun kestane gözleri.
yanında iken, onu kollarınla sımsıkı sararken bu kadar etkisini hissetmezsin belki de sevgiliye olan yöneliminin. ne zaman ki; onsuz kalırsın ve belki bir daha geri dönme şansı olmaz bırakıp gidenin; işte o zaman kendinden doğar milyonlarca anlamsız tavır, düşünce, iskeletsiz ve biçimsiz kelimeler... özlem, bir insanı kendi kimliğinden uzaklaştıran, ona bambaşka bir sıfat veya kişilik yükleyen bir kimyasal gibi hissettirir kendini genelde. zira, özlemin şiddeti ile özlenene uygulanan tazyik doğru orantılı olsa gerektir. kendini ararken, kendi olmaklığından vaz geçer çoğu kere insan. sevgiliye sırf bu yüzden anlamsız sıfatlar yüklenir. çünkü o, göz önünde değildir. yaptığı her hareket, söylediği her kelime, buluştuğu her arkadaş ihanete bulanır. böylece ihanet, özlemin ikiz kardeşi oluverir özleyenin kelime dağarcığında. özlenen bu yüzden, göz veya telefon hapsinde tutulur.yaptığı her hareket takip gedilir, bütün cümlelerinin araları bir dedektif edası ile aranır, araştırılır. ne var ki; bu tutum özleneni boğar, onu derin çukurlara, uçurumlara iter. belli bir süre sonra çekilmez bir hal alır özleyenin özlemi. sırf bu aşırı tavır, tutum ve davranışlardan ötürü intihara sürüklenen ilişkilerin varlığından bilmem kaçımız haberdarızdır?haniyse -onun varlığında- kendinden sıyrılıp sevgili olabilecek düzeye erişen kişi; özlem sözkonusu olduğunda işte bu kadar bencil, bu kadar şüpheci ve bu kadar tedirgin hale gelir.
özlem, kendi acılarını doğurur belirli bir süre sonra. aslında kendi kendinin ipini çeker özleyen hiç farkında olmadan. belki özlem anındaki bu can çekişmeler, sırf kendimizi tam olarak tanımadığımızdan veya ne istediğimizi tam olarak bilmediğimizden yahut sevgiliye değil ama kendi kendimize bilinçsiz güvensizliğimizden kaynaklanır da bunu hiç bir zaman anlamlandıramaz, anlayamayız.
sözün kısası;
zehirli sarmaşıklar,
gönlümü hayatta tutan sevgilinin saçları!
dikenle dolar hep bütün yollar,
bambaşka biri yapar beni özlemin gözyaşları!