her izlediğimde de üç farklı kesitteki şu diyaloglar beni hep etkiler:
"serpil çakmaklı elinde kafes ile 14 numaraya girer;
hikmet gül: oha, o ne kız?
yaprak: hiç anne, bu cennet kuşuymuş.
hikmet gül: ne cenneti salak kız.
yaprak: bu kuşu besleyen cennete gidermiş, on bin lira verdim.
+: kandırmışlar seni bin lira bunlar.
yaprak: ama cennete gideceğim.
-(ortamın yaşlısı): getir kızım getir, bize de sevap olur...
+: bu kuş da orospu olur muhakkak."
"yaprak: arap, bu gemiler demir mi?
arap: heağ.
yaprak: niye batmıyor? demirden balık olsa yüzer mi, he? demirden balık olur mu?
arap: olur, olur..
yaprak: var mı peki? adı ne?
arap: zargana..."
"yaprak: arap!
arap: heeöğ.
yaprak: sana bir şey soracağım ama gülme.
arap: sor bakalım.
yaprak: allah iyidir, değil mi?
arap: iyidir, iyidiir.
yaprak: o zaman kim kötülük yapmak isterse onu hemen taş etse ya.
arap: yok yieağ! allahın işi yok da kerizler ile mi uğraşacak."
rollerine ithafen hakan balamir'ler bitmeyeceği gibi serpil çakmaklı'lar da bitmeyecek. benzeri hikayelerden biri de,
taşı toprağı altın şehir adıyla 14 numara'dan önce çekilmiş
ayşegül atikin (fatma) başına gelmişti.
velhasıl, 14 numarayı; yoksulluğun, biçareliğin, düşmüşlüğün, saflığın getirdiği güvenin simgesi olarak ele alırsak: 14 numaralara kilit vurmak imkansız gibi bir şey olsa gerek.