17 ağustos 1999 marmara depremi

13 /
dome dome
bugün 14.yıl dönümü olan korkunç felaket. daha çocuktum o zaman herkes eve girmeye korkuyordu babamın küçük kırmızı bir arabası vardı apartmandaki diğer çocuklarla ilk gece orada yatmıştık. sonraki gecelerde ise sıcaktan bütün mahalleyle birlikte sokakta yatmıştık korkudan. depremin iyi yanı olmaz ama eğer var dersek bütün mahalleyi o zaman tanıdım. pazar tahtalarının üstünde bütün mahalle aynı sokakta koyun koyuna yattık. işin ilginç yanı ise deprem olmuş 1 saat geçmiş ya da geçmemiş üstünden millet parklarda televizyonları kurmuş çayları demlemiş oturuyordu. çocuk aklı ne de olsa eğlenceli gelmişti bütün mahalle aynı yerde uyuyor yemek yiyor konuşuyor felaketi kavrayamamıştık ama allah bir daha yaşatmasın o günleri.
orneken orneken
bina yapmanın ne kadar ciddi bir iş olduğunu bize gösteren depremdi ama anlayacak adam olmadığından bir yenisini yaşamamızın önünde engel yok.hala bu ülkede dere yatağına yumuşak toprağa bina yapılır devlet eliyle.deniz kumu ile bina dikilir.öyle bir ülkeyiz yani.acıyı yaşayanlara sağlık dilerim.
pylvia slath pylvia slath
(bkz: sesimi duyan var mı)

bir felaket filmi, yürekte bir yara, hatırladığım tek çocukluk anım.

99'da gölcük'te yaşıyorduk biz, askeriyenin lojmanların çok yakınında bilen bilir. lojmanın karşısında tüpraş vardı hatta, çok net hatırlarım. sonradan alev alev yanacaktı. ben henüz 6 yaşındaydım, hatta o sene okula başlayacaktım. okul heyecanı başlamıştı bile. şunun şurasında 1 ay kalmış canım!


sıcaktan uyuyamamıştık bütün gece, saatlerce yatakta dönüp durmuştum ben, 2 yaşındaki kardeşime bakmıştım, uykudayken onu izlemiştim. sonra balkona çıkıp yıldızları izlemeye başlamıştım. hani hep söylenir, hurafe ya da değil, deprem zamanı yıldızlar elle tutulabilecek kadar yakındaymış gibi görünürler diye, işte bence o doğru. o gün tuttum ben yıldızları. ama bir de gökyüzünde bir kızıllık da olur, iğrenç bir kızıllık. romantik bir kırmızı değildir, kan gibi bir kızıllık.

deprem olurken ben tamamen uyanıktım, bu yüzden oldukça net hatırlıyorum depremi. önce bir uğultu geldi, uğultunun peşi sıra felaket bir gürültü, sarsıntı ve çığlık sesleri. 45 saniye sonra susan çığlıklar. 2 yaşındaki kardeşim uyanmış bana bakıyordu. normalde ağlaması gereken çocuk ağlamıyordu. gözü penceredeydi. ben de baktım o yöne. karşı apartman yıkılıyordu. toz, ses..

annem ve babamdan ses yoktu. bir anda annem koşarak odamıza geldi, kardeşimi kucakladı, beni elimden tuttu ve odadan çıkardı. üstümde çarşafım kalmıştı. bu sırada babamı gördüm. koridorda camlı ve aynalı bir vestiyerimiz vardı bizim. deprem sırasında devrilmiş ve kapının üstüne düşmüş. çıkış yok. babam onu kaldırmaya çalışıyordu. yere dökülen camlar ve aynalar yüzünden ayaklarımın altı paramparça olmuştu. acıdan yere düşmüştüm. 2 tane cam kırığı bacağımın yanına girdi. şimdi el sallıyorlar burada. birine sonradan dikiş atılacaktı, bilemezdik.

biz merdivenlerden koşarak aşağıya inerken bitti deprem. dışarı çıktığımızda yoğun bir toz vardı. çığlıklar ve ağlamalar birbirine karışmıştı zaten. herkes ailesinden birini arıyordu. şokta olanlar vardı elbette. babam ise yukarıdaydı hala, annem bağırıyordu kendi halinde "eşim yukarda, eşim orada kaldı!" diye. babam da aşağı indi sonra, nasıl soğukkanlı bir adamsa artık o kargaşada sakin olup bize battaniye, su ve yiyecek bisküvi tarzı şeylerin olduğu bir çanta hazırlayabilmiş. sonrasında çok dalga geçecekti kendisiyle, çünkü bir de kıyafet seçmiş kendine!

bulunduğumuz çevrede yıkılmayan bir avuç ev vardı ve biri de bizimkiydi. kardeşimle yattığım odada hiç hasar yoktu, dolabımın üstündeki sinek ilacı dahi düşmemişti. ama annemlerin üstüne 5 kapılı bir dolap devrilmişti. bu yüzden babamın kolu, annemin ise bacağı yaralanmıştı. oradan nasıl çıktıklarını hala düşünüp dururlar. siz vardınız, der annem hep, siz olmasaydınız bu kadar çabalamazdık.

hava aydınlanınca felaketin resmi daha da netleşti. karşımızda tüpraş alev alev yanıyordu, her an patlayıp bölgeyi havaya uçurabilirdi, radyoda öyle söylenmişti. sürekli onu izlemiştim ben, ne zaman patlayacak diye, çocuk aklı işte. dalgaların etkisiyle her taraf deniz yıldızı olmuştu. bir tanesini dahi almamıştım, o kadar sevmeme rağmen. deniz yıldızı koleksiyonum vardı zira.

askeri kampta kalmıştık. o nefret ettiğim havuç çorbasının tadını ise bir daha asla alamadım, ne de güzeldi! ya da o bayat ekmeklerin tadını mesela... bulabildiğiniz tek yiyecek o olunca gerçekten farklı oluyormuş tatları. buna o gün inanmıştım.

annem öğrencilerinin cesetlerini çıkarmaya yardımcı oluyordu, babam ise askerlerinkine. ben arkadaşlarımın, komşularımızın ölü bedenlerini görüyordum. çocukluk arkadaşımın kafatası parçalanmıştı. o manzarayı gördüm. ölüm ile tanıştık o gün. hoş bir tanışma değildi.

depremden sonra birkaç hafta daha orada kaldık biz. ceset kokuları sıcağın da etkisi ile daha bir kötüydü, burnunuz, ciğerleriniz yanardı hissetseydiniz. sokaklarda yürürken facia daha da netti. sanki meteor düşmüş gibiydi, koca şehir, bir yığın yok olmuştu.

sonra ayrıldık oradan ve ben depremden sonra sadece 3 kere gölcük'e gittim.

her gittiğimde aynı ceset kokusu burnuma geldi, aynı deniz yıldızlarını, aynı gökyüzünü gördüm sanki. aradan 14 yıl geçti bugün. yine gitsem, yine aynı şeylerin olacağına eminim. yine aynı koku, yine aynı gök. depremden geriye sadece sayısı gizlenmiş, düşürülmüş, kimliği belirsiz ölüler değil, aynı zamanda yaşayan ölüler de kaldı çünkü.
restinmusic restinmusic
bu günle ve bu olayla ilgili binlerce film izleyebilir, programlar izleyebilir, fikiler yürütebilirsiniz. ancak hepimiz biliyoruz ki onların orada o anda ne yaşadıklarıyla ilgili uzaktan yakından en ufak bir fikrimiz, hissimiz olamaz. yakınları olanlara sabır dileyelim tekrar tekrar.

bir sözüm de o çimentolardan çalan, çırpan, kaçakçılar var ya işte onlar insan değil birer canavar. öyle bir canavar ki masum, zengin, fakir, çoluk çocuk, yaşlı demeden binlerce kişinin ölümüne sebep olurlar. bunlar taş çatlasa 80 yıllık ömrü hayatında kendisine gerekecek para için başka birinin yaşama hakkını elinden alan onursuzlardır.

bu konuların aşırı dinci ve ya aşırı ateist olmayla, allahla, tanrıyla, putla, perestle bi alakası yoktur. bu insan olmaktır. insan olamayanlar ise işte bunları yapandır. belki onlar şimdi sizin karınızı, akrabanızı, gelecekte çocuğunuzun o güler yüzlü öğretmenini, düşünceli bir komşunuzu, en yakın iş arkadaşınızı, size sürekli zam yapan, dertlerini paylaşan anlayışlı patronunuzu, annenizi, babanızı, doktorlarınızı, avukatlarınızı, hakimlerinizi, adaletinizi, devletinizi, umutlarınızı sizlerden ve bizlerden çalmışlardır.

rahat uyuyun diyemiyorum, bunlar yüzünden rahat olmadığınızı biliyorum. unutmadık bilin istiyorum her sene bu gece binlerce kere ölüyoruz.
2205198 2205198
depremin ardından yazdığım şiir:


17

pastanın mumları sönük yıllardır
ışık yanmayalı çok olmuş evlerde,
gelen giden yok, kapılar hep kapalı
sanki uzaktan bir aşığın yanık sesi duyuluyor,
sanki sessizlikte ruhlar can çekişiyor
bir ana evladını arıyor çaresiz,
bir bebeğin patiği kalmış sadece
kendisi kim bilir nerede?
sular çekilmiyor bir türlü,
her gün biraz daha içine alıyor anıları,
özlem durmadan artıyor fakat hain deniz
sevdiklerimizi almış vermiyor
pastanın mumları sönük yıllardır
her doğum günümde,
fenerlerle birlikte
küçük kayıklar salıyorum denize.
sevdiklerime yol göstersin diye
benden selam olsun unutmadım sizi diye
her gün 7,4 şiddetinde sarsılıyorum diye
pastanın mumları sönük,
yıllardır kutlamıyorum doğduğum günü,
yıllardır bedenimden kopan parçaları arıyorum
yaşadığım sokağı, arkadaşlarımı, komşularımı
altında oturduğumuz çınar ağacını
hepsini çok arıyorum.
doğum günümü kutlamıyorum,
benim doğum günüm 17 ağustos


(bkz: 17 ağustos 1999)
ha gayret ha gayret
alışkanlıktandır google.com'u ziyaret etmeden güne başlamayız. dünyevi işler koşuşturmacası, aklınızda binbir türlü soru ve cevap arayadığınız o kadar çok şey varken tarihleri, saatleri ve zaman dilimlerini düşünmez olursunuz.
iste böyle bir vakitte google.com'un altında çıkan siyah kudeleyi görürsünüz. mouseover yaptığınızda da " 1999 izmit depreminde hayatını kaybedenleri saygıyla anıyoruz " yazışını görüp o günlere dönersiniz.

ben 11 yaşında idim o gün, ilköğretim 5. sınıfı bitirmiş ortaokula başlayacaktım. ama o zamanki bu yaz tatili deprem deneyimi, evdeki olaylar ve dışarıda yatmalar... bunları hatırlayınca o günlere dönerim hep; televizyon, gazete ve büyüklerimin arasında geçen konuşmalar hiç aklımdan çıkmaz.
istanbulda depremle karşılaştım ben o deprem esnasında en üst kattan oturmamdan mütevellit çatıda benim yatağımın hizasında bulunan bacanın yıkılarak çatıya devrilmesi, kütüphanedeki kitapların raflardan fırlarcasına pencereyi dövmesi, benim yataktan fırlayarak o geçe kelle paça çorbası içmiş babamla giriş holünde çarpışmam ve deprem sonra erdikten sonra açtığımız elektrik lambasının sönmesi ve ardından çöken zifiri karanlık ve artçı depremler unutulmayacak nitelikteydi. ondaki sonraki süreci ve telefonların kilitlenmesini saymıyorum bile. neyse o günleri hatırlamış oldum.

teşekkürler google amca.
düşünüyorum öyleyse malım düşünüyorum öyleyse malım
yaşamayanların o hissi tam olarak kavrayamayacağına inandığım,yıkım,kıyımdır.kıyımdır diyorum çünkü bu ülkede malzeme çalarak şerefsizce işini yapan inşaatçılar sebep olmuştur ölümlerin bu kadar çok olmasına.can pazarı yaşanmasına sebep oldular.insanlar sokaklara döküldüler.arabalarda,çadırlarda,sokaklarda uyudular.günlerce haber alınamayan insanlar oldu.her tarafta yaralılar ve ölüler...17 ağustos bir kıyımdır.deprem hayatın gerçeği.onunla yaşamayı öğrenmek yerine insanları öldürmeyi öğrenenler utansın.(bkz:sesimi duyan var mı )
taştozu taştozu
"çöken binaların altında kalan insanlar için durum hiç de iyi olmaz. ölenler ölür, yaralananlar bazen günlerce yardım gelmesini beklerler. böyle durumlarda büyükler, çocukları korkudan dehşete düşmesin diye ellerinden gelen her şeyi yaparlar. göçük altında kalmış bir baba örneğin, kızından bulundukları karanlık odanın bir sinema salonu olduğunu hayal etmesini ister. onlarca metre uzaklıktaki ufacık bir çatlaktan sızan ışığın aslında bir projeksiyon makinesinden geldiğini, şimdi dikkatle o ışığa bakıp, anlatacağı hikayeyi bir film gibi gözünün önünde canlandırmasını söyler. küçük kız arada düşleriyle karışan bu filmi izlerken dışarıdakiler yavaş yavaş da olsa onlara yaklaşmaktadır; böylece çatlaktan sızan o ışık giderek genişler ve parlaklaşır. nihayet biri uzanıp kızı, babasının kaskatı kollarından çekip alır. hafıza acı anıları siler, geriye hiç büyümeyen bir çocuğun hikayesi kalır.”

(bkz: cehennem çiçeği)
(bkz: alper canıgüz)
winteriscoming13 winteriscoming13
türkiyeyi kanatan kara bir gündür.
bazı çevreler işlenen günahlar yüzünden tanrının günahkarları cezalandırdığına inanmışlardır. (bkz: 7nokta4 yetmedimi)
ancak depremde çok sayıda cami hasar görmüştür. (bkz:http://www.kenanerzurumlu.com/wp-content/uploads/2010/11/deprem-cami.jpg )

grup yorumun "sesimi duyan var mı" adıyla depremi ve yaşanan acıları ölümsüzleştirdiği çok güzel bir şarkısı bulunmaktadır.

lyubimaya lyubimaya
daha küçücük bir çocukken, depremin adını bilmezken kendisiyle tanıştırmıştı 17 ağustos 1999 gecesi. her yer karanlık, her yer kasvetliydi. gözlerim kapanmak nedir bilmedi, gitmedi o iç bunalma hali. sonra sallandı bir gürültüyle bütün ev, sonra babamın çığlıkları ve bizi bir kapının altında toplayışı... dışardan yükselen çığlıklar, yıkılan duvar sesleri, köpeklerin kendini parçalarcasına havlayışları... bitmedi o saniyeler, öleceksek bile neden bu kadar uzun sürüyordu ki? babamın elini tutup "baba şimdi kıyamet mi kopuyor?" diye sormuştum, o da "hayır kızım, deprem oluyor" demişti. peki ama deprem neydi ki?
piiz arkası tiiz piiz arkası tiiz
ismi marmara değil gölcük depremi olan(bence), 17 ağustos 1999 tarihinde, saat 03.02 de gerçekleşen, 45 saniye süren, 7.4 büyüklüğünde ki depremdir. 45 saniyede yıkıldı tüm hayaller. çıkarılamayan cesetlerin o acı kokusu, boş arazilerdeki çadırlarda yatmak, denizin metrelerce içeri girmesi, sıra arkadaşını seneye yanında görememek.. kavaklı sahilinde, eskiden var olan kıyı şeridi anlaşılabilsin diye denizin içindeki sokak lambaları sökülmemiştir. ayrıca kavaklı sahilinde depremin yıl dönümünde aynı saatlerde deprem şehitleri anılır, gelmek isteyen olursa misafir ederim. asla unutma, unutturma!
1999 gölcük depremi - vikipedi 1999 gölcük depremi, i̇zmit depremi, marmara depremi ya da 17 ağustos 1999 depremi, 17 ağustos 1999 sabahı, yerel saatle 03:02'de gerçekleşen, koca... wikipedia
13 /