andre breton

1 /
nighttimebird nighttimebird
1896 normandiya doğumlu bir yazar, şair ve belki de en önemlisi bir gerçeküstücüdür. tıp ve psikoloji eğitimi almıştır. birinci dünya davaşı sırasında nantes’taki nöroloji koğuşunda çalışırken, burada antisosyal tavırları ve sanata karşı hor gören bakış açısından etkilendiği jacques vaché ile tanışmıştır. vaché 24 yaşında intihar etmiştir ve savaş döneminde breton’a yazdığı mektuplar, 1919 yılında "les lettres de guerre" adlı ciltte toplanıp basılmıştır.
soupault ile birlikte yazdığı "les champs magnétique" adlı ilk otomatik kitabın ardından 1924 yılında "gerçeküstücülük bildirgesi"ni yayımlamış böylece gerçeküstücülük akımını, temelleri daha öncesine, eski dadacılara dayansa da, ortaya ilk atan, akımın babası olarak tanınmıştır.
1927 yılında fransız komünist partisi’ne katılan breton, 1933 yılında partiden ihraç edilmiştir. bu dönemde ise, sanat galerisindeki tabloların satışından kazandığı parayla geçimini sağlamıştır.
1938 yılında fransa hükümeti ile yaptığı bir anlaşmayla meksika’ya gitmiş ve burada troçki ile tanışmıştır. ikili burada "pour un art révolutionnaire indépendant" (özgür devrimci bir sanat için) adlı manifestoyu yazarak sanat özgürlüğü aramışlardır ki bu dönemde sanatta özgür olabilmek gittikçe zorlaşmaktadır.
vichy hükümetiyle uyuşamayan breton, 1941 yılında amerika birleşik devletleri ve karayipler’e gitmiştir. burada aimé césaire ile tanışıp yazarın "cahier d'un retour au pays natal" adlı eserinin önsözünü kaleme almıştır. 1946 yılında paris’e dönen breton, fransız sömürgeciliğine karşı bir tavır almıştır, örneğin cezayir savaşı’na karşı çıkan "manifesto of the 121"i imzalamıştır ve burada ölümüne kadar ikinci bir sürrealist oluşumu olan "la breche" ile ilgilenmiştir. 1959 yılında gerçeküstücülüğün kırkıncı yılını kutlamak için i̇spanya’da içinde salvador dalì, joan miró, enrique tábara ve eugenio granell’in eserlerinin bulunduğu bir sergi düzenlemiş, bundan yedi yıl sonra, 1966 yılında 70 yaşında ölmüştür. gerçeküstücülük akımı'nın adının kesinlikle ayrı düşünülemeyeceği bir insandır.
(merak edebilecekler için; çeşitli kaynaklardan alınıp-doğal olarak adamın hayatını kafamdan atamayacağım için- tarafımca çevrilmiş, özetlenip düzenlenmiş, eklemeler yapılmıştır. copy-paste değildir. (bkz: copy paste değil alın teri) )
aytok aytok
gerçeküstücülüğü, "bir sokakta makinalı tüfekle sağa sola rastgele ateş etmek" olarak tanımlamış kişidir. ona göre akıl miadını doldurmuştur ve savaşılması gereken bir şeydir. insanı da kendi aklıyla kurduğu düzenin tutsağı haline gelmiş bahtsız bir yaratık olarak görür breton.
mabel mabel
" andre? andre?

benimle ilgili bir roman yazmalısın.

inan bana.

hayır deme.

dikkatli ol:

herşey zayıflar,yok olur gider bir gün.

bir şey kalmalı bizden.

fakat bunun önemi yok.

başka bir ad alırsın:

sana hangi adla hitap edeyim istersin,çok önemli bu.

biraz da ateşin adı olmalı bu,

çünkü sen söz konusu olduğun zaman

dönüp dolaşıp karşımıza çıkan hep ateş."


(bkz: nadja)
witness the hysteric witness the hysteric
olmak şiirinden...

".. büyük çizgileriyle tanıyorum umutsuzluğu. kanatsız. akşam vakti. deniz kıyısında bir tarasada, kaldırmış sofrada kalmak diye bir sorunu yok onun. umutsuzluk, ortalık kararır kararmaz bir karıktan kalkıp öbürüne konan tohumlara benzeyen, o bir sürü küçük küçük olayların dönüşü değil bu. bir taşın üstündeki köpük ya da bir su bardağı değil. o. kardan elenmiş bir gemi o, ya da düşmüş kuşlara benzetebilirsiniz, ama kanları yok gibidir. büyük çizgileriyle tanıyorum umutsuzluğu. başa takılan mücevherlerle çevrilmiş küçük bir şey o. umutsuzluk o. kopçası bulunmayan inci gerdanlık, bir ipe gelmez, böyle bir şey işte umutsuzluk. gerisini geçelim. başlamışsak bitirmeyiz umutsuzluğu. saat dört sularında avizeden umutsuzlanırım ben, gece yarısına doğru da yelpazeden umudumu keserim, tutukların sigaralarından umut-suzlarım. büyük çizgileriyle tanıyorum umutsuluğu. kalbi yoktur, el umutsuzluktan hep soluk soluğa kalır, umutsuzlukta kalır öyle. aynalar, bize asla ölüp ölmediğini söylemezler. beni büyüleyen umutsuzluğu gördüm ben. yıldızların türkü söyledikleri vakti, gökyüzünde uçan bu mavi sineği seviyorum ben..." * *
jouissance jouissance
"orada, çekilen ıstırapların ağırlığının sanki her şeyi yutması gerekir gibi olduğu o iç sızlatan anda, bizzat sınamanın aşırılığı bir işaret değişimine yol açar ve bu değişim, insanın yararlanılamazlığını yararlanırlık haline getirmeye ve bu yararlanılırlığa bir büyüklük yüklemeye yönelir; bu büyüklük olmadan kişi kendini tanıyamaz.

yaşama zahmetine değen şeyi kendini sınırsızca bağışlayarak selamlayabilmek için, insani acının dibine kadar gitmiş olmak, oradaki tuhaf yetileri keşfetmek gerekir. bu işaret değişimini imkansız kıldığı için böyle bir acının maruz bırakabileceği tek kesin bahtsızlık, onun karşısına tevekkülü çıkarmak olur. aklına hayaline gelebilecek en büyük mutsuzluğa seni maruz bırakan tepkileri benim önümde hangi açıdan açıklasan da, en yüksek vurguyu hep isyana yaptığını gördüm.

gerçekten de, özellikle ve bilhassa telafi edilemez şeyin karşısında, isyanın bir işe yaramadığını ileri sürmekten daha hayasız bir yalan yoktur. isyan, kendisini belirleyen fiili durumu değiştirme ya da değiştirmeme ihtimallerinden tamamen bağımsız olarak, kendi doğrulamasını kendi içinde taşır. o, rüzgardaki kıvılcımdır, ama baruthane arayan kıvılcım. sana yapılmış olan eşsiz haksızlığın her bilincine vardığında gözlerinden geçen ve bu vesileyle sana yaklaşmaya çalışmış sefil din adamlarını hatırladıkça iyice coşan ve kararan karanlık ateşe saygı duyuyorum.

aydınlık alevleri benim için bunca yükseğe çıkaranın ve gözlerinin önünde canlı ejderhalar halinde onları sarıp sarmalayanın da aynı ateş olduğunu biliyorum. ve bu noktada yalnızca kendine güvenen aşkın kendini toparlayamayacağını, sana olan aşkımın güneşin küllerinden yeniden doğduğunu biliyorum. keza, bir fikir çağrışımının seni kalleşce bu noktaya, senin için her umudun bir gün kendini inkar ettiği ve o sırada sen en yüksekte dursan da, ileri atılmaya çalışan okla, seni yeniden uçurumdan atmakla tehdit ettiği yere her getirdiğinde, her teselli sözcüğünün boşunalığını bizzat hissederek ve her oyalama teşebbüsünü alçakça bularak, yalnızca büyülü bir sözün burada işe yarayabileceğine ikna oldum, ama hangi söz yaşamın tüm gücünü kendi içinde yoğunlaştırıp anında sana geri verebilir? hem de sana bu sözün ne kadar yavaş ulaştığını ben bilirken, olası tüm yoğunlukla yaşamanın gücünü nasıl verebilir?

benim bağlı kılmaya karar verdiğim, sen aniden öteki tarafa eğim gösterdiğinde beni sana hatırlatacağına kani olduğum tek söz, sen başını çevirmeye yeniden başladığında, kulağına yalnızca fısıldamak istediğim şu kelimelerde saklı: osiris kara bir tanrıdır."

(arcane 17)
bismillahirahmanirahimof bismillahirahmanirahimof
''...

umutsuzluk bu, o bir sürü olayların dönüşü değil bu, tıpkı akşam karanlığında bir karıktan öbürüne giden tohumlar gibi. bir taşın üstündeki yosun ya da su bardağı değil o. kardan elenmiş bir gemi o, ya da düşen kuşlara benzetebilirsiniz, ama kanlarının en küçük bir kalınlığı yok. büyük çizgileriyle tanıyorum umutsuzluğu.
başa takılan süslerle çevrilmiş küçük bir şey o. umutsuzluk o. kopçası bulunamayan inci gerdanlık, bir ipe gelmez, böyle bir şey işte umutsuzluk. gerisinden, ondan hiç söz etmeyelim. başlamışsak bitiremeyiz umutsuzluğu. saat dört sularında avizeden umutsuzlanırım ben, gece yarısına doğru da yelpazeden umudumu keserim, tutukluların cigaralarından umutsuzlanırım. büyük çizgileriyle tanıyorum umutsuzluğu...

... ''
bismillahirahmanirahimof bismillahirahmanirahimof
''büyük çizgileriyle tanıyorum umutsuzluğu. kanadı yok umutsuzluğun, akşam vakti deniz kıyısında bir taraçada, toplanmış bir sofrada kalayım demiyor. umutsuzluk bu, o bir sürü olayların dönüşü değil bu, tıpkı akşam karanlığında bir karıktan öbürüne giden tohumlar gibi. bir taşın üstündeki yosun ya da su bardağı değil o. kardan elenmiş bir gemi o, ya da düşen kuşlara benzetebilirsiniz, ama kanlarının en küçük bir kalınlığı yok. büyük çizgileriyle tanıyorum umutsuzluğu. başa takılan süslerle çevrilmiş küçük bir şey o. umutsuzluk o. kopçası bulunamayan inci gerdanlık, bir ipe gelmez, böyle bir şey işte umutsuzluk. gerisinden, ondan hiç söz etmeyelim. başlamışsak bitiremeyiz umutsuzluğu. saat dört sularında avizeden umutsuzlanırım ben, gece yarısına doğru da yelpazeden umudumu keserim, tutukluların cigaralarından umutsuzlanırım. büyük çizgileriyle tanıyorum umutsuzluğu. yüreği yoktur umutsuzluğun, el umutsuzlukta hep soluk soluğa kalır, umutsuzlukta kalır öyle aynalar, bize asla ölüp ölmediklerini söyleyemezler. beni büyüleyen umutsuzluğu gördüm ben. yıldızların türkü söyledikleri vakit gökyüzünde uçan bu mavi sineği seviyorum. şaşılacak, o uzun dolu tanelerine benzeyen umutsuzluğu, o kendini beğenmiş o öfke küpü umutsuzluğu büyük çizgileriyle tanıyorum. her gün herkesler gibi kalkıyorum, kollarımı çiçekli bir kâğıda uzatıyorum, hiçbir şeycikler hatırlamıyorum, ama hep umutsuzluğun yardımıyla o geceden koparılmış güzelim ağaçları görüyorum. odanın havası davul tokmakları gibi güzel. zaman içinde zaman bu. büyük çizgileriyle tanıyorum umutsuzluğu. bana bir sırık uzatan perdenin rüzgârı gibi o. böylesi bir umutsuzluk akla gelir mi! yangın var! ah yine geliyorlar... i̇mdat! i̇şte merdivenlere düştüler... ve o gazete ilanları, o kanal boyunca ışıklı reklamlar. kum yığını, git, pis kum yığını! büyük çizgileriyle önemli değil umutsuzluk. bir orman yapmaya giden angarya ağaçlar, bir gün daha yapmaya giden bir yıldız angaryası, ömrümü uzatan bir angarya günleri daha.''
jouissance jouissance
freud ile ilişkisi de ilginç; sürreal manifestoları yazmadan önce freud'un analitik kuramından etkileniyor (paranoya, sanrılar, halüsinasyonlar..) ve onu görmek için bir randevu ayarlıyor eylül 1921'de breton. buluşma gerçekleşiyor fakat breton için tam bir hayal kırıklığı; yazılarında ve kuramında bu kadar tahrik edici freud meğerse bir viyanalı doktordan başka bir şey değilmiş- kibar, soğuk, mesafeli ve şüpheci, enerji yoksunu.. sonra ikinci manifesto'nun yazıldığı zamanlarda freud'un yüceltme üzerine olan makalesine biraz bok atılıyor ve ilgi alanı freud'dan dali'ye- büyük paranoyağa- kaydırılıyor. bataille dali üzerine bir makale yazıyor, sürrealist grup onu ilah kabul ediyor ama o da ne; bataille'ın makalesine dali'nin verdiği yanıt "bunak kokuşmuş eşek" oluyor, ciddiye almıyor ve odak noktasını gösteriyor; freud'a dönün. freud'un nesine? bilinçdışına, bilinçdışı otomatizme, ölüm itkisine.. ve sonra breton'la tilmizleri tekrardan sıkıcı herr doktorun kuramına göz atmaya başlıyorlar.
1 /