babayı özlemek

2 /
panavision panavision
babadan çok uzak olunca anlarsiniz değerini babanin. beraber yaptiğiniz o "anlamsiz" şeyler akliniza gelir ve ozaman anlarsiniz babanin yokluğunda kaçirdiklarinizi, benim içinse her haftasonu.her maç günü.

panavision = p baba= b anne= a

b- panaaa!!! maç başliyooooooor!!
p- tamam baba geliyoruuuuuuuum!

(15 dak sonra)

p- kadroda kimler var?
b- söylemicem izleseydin!
p- ay tamam görürüm birazdan.
b- anelka yine yok.
p- hadi ya!
a- pana derslerini yaptin mi?
p- ya anne maç bitince yaparim
b- meral birak çocuğu maç var, sonra yapar. dimi aslan evladim?
p- dur, dur, dur şimdi gol geliyor! goooooooooooooooooooooool

babanin yüzünde ise sadece bir tebessüm. şimdi skora değil de benim sevincime olduğnu anliyorum..baba seni özlüyorum.
clementine clementine
ondan kalan mirasa (anneye) birşey olduğunda ayyuka çıkan duygu.

keşke babam olsaydı yanımızda dersin, neden bizi bırakıp gittin diye türlü tilkiler dolaşır kafanda, otobüs camlarından gözyaşlarının süzülmesine sebep olur.

baba, kız evlat içinde erkek evlat içinde hayattaki en büyük dayanaktır ve onu yitirdiğinde hayata karşı korumasız kaldığını hissedersin. omuzlarına ağır bir yük biner o gittiğinde ve ne zaman bir sorunla karşılaşsan, baba özlemi içinde alev alır. böyle birşey işte.
hoppa hop hop hoppa hop hop
ceketine tütün kokusu sinerdi. akşamları eve geldiğinde, odayı saran tütün kokusundan anlardım.
dört yıldır o tütün kokusunu özlüyorum.
dört yıldır ceketi tütün kokan herkesi seviyorum...
quaver quaver
telefonda ne zaman geliyorsun diye sorduğunda aldığı cevaba güzel yavrum benim derken titreyen sesini duyduğunuzda anladığınız durum.
hansvoralberg hansvoralberg
eski sevgilinin "beni özledin mi?" sorusuna verilecek alternatif cevabın eylemi.

- beni özledin di mi?
+ babayı özledim.
- hala çok terbiyesizsin.
klasik müzik dinleyen dr lecter klasik müzik dinleyen dr lecter
küçük kücücük bir çocukken babanın iş gezileri nedeniyle şehirdışına hatta ülke dışına gitmesiyle oluşan durum.sonrasında sanki hepsinin içinde o varmışçasına geçen uçaklara el sallama, telefonda ''ne zmn geliceksin, bana ne getiriceksin?'' tarzi sorular sorma durumu olarak devam eder.babanın geliceği gün sabırsızlıkla beklenir.
glacier glacier
dönmeyeceğini bile bile beklemek, hasretin bitmeyeceğini bile bile özlemek. inadına beklemek ve özlemek. bekledim, dönmeyeceksin... özledim...
karakoncolos karakoncolos
kollarında, ona sıkı sıkı sarılarak büyümek varken ben onu masalımın baş kahramanı yapmaya hazırlanırken başka bir masaldan çıkıp geldi o zat.
kahramanım sırları dökük bir aynadan geçti ve sır olup gitti.
babayı özlemek aslında hiç tanımadığım birini özlemeye eş değer oldu.
uncle uncle
büyümenin de etkisiyle hiç bir şeyin eskisi gibi olmayacağını bilmek, yanındayken bile aslında ondan çok uzak olduğunu görmektir. azami konuşma sürenizin 10 dakikayı geçmemesi akabinde haftalarca görüşmemiş olsanız bile gazete okumaya başlamasıdır. yavaş yavaş birbirinizden koptuğunuzu aranıza başkalarının girdiğini gördüğünüz andır. fazlasıyla acı verir
gülmeyen komedyen gülmeyen komedyen
var olduğu halde, asla varlığı bilinmeyen babayı özlemek imkansızdır. ancak başka çocuklara imrenilir, "babama söylicem" diye bağıran çocuğun güvencesinin nasıl bir şey olduğu merak edilir. varlığınızı bildiği halde aramayan babaya lanet edilir.
eşşek kadar adam olunur.bebeklikten beridir görülmeyen baba gün gelip ortaya çıkar, iş güç sahibi olmuş, boyu kendisini ikiye katlamış evladına sarılır, deliler gibi ağlarken bir yandan da " kokun hiç değişmemiş oğlum, hiç değişmemiş kokun " diye sayıklar
şaşkına dönen evladın ise, tanıdık gelen bir yüze sahip bu adamın babası olduğunu anlamasıyla, aklına, çocukluğunda dövdüğü çocukların babasından yediği dayaklar, bayramlarda gördüğü gezip tozan analı babalı çocuklar, yıllardır merak ettiği baba şefkati gelir. boğazında düğümlenir tüm bunların toplamı. yutkunamaz uzun süre, ağlayamaz da. sadece " affettiğimden değil, babaya sarılmanın nasıl bir şey olduğunu merak ettiğimden sarılıyorum " der babasına.. ağlamak ise , istenmeden gelişen tepkidir ayrıca..
sinkaf sinkaf
yumruğu mideye yemişken bir türlü yere düşemeyen,beyaz havluyu atacak kimsesi olmayan araftaki bir boksörün halet-i ruhiyesi.
çekirdekahve çekirdekahve
baba...
ufacıkken ve yeryüzündeki tüm sevgiler bir bakışa sığabilecek denli kolayken daha, hiç bir yükümlüğün olamaksızın hayata her sabah yüzündeki 'ilk' 'günaydın gülümsemesini' yakalayabilmek için erkenden kalktığın adamdır...
vakitsiz seni bırakıp giden, en iyi arkadaşın, senden başka kimseyle oynamadığı için daha da kıymetli olan, dedenin yadigarı...
geçen zamanla yüzündeki çizgilerin değişikliğini izleyerek, 'insan'a anlam yüklemeyi öğrendiğin, hayatı bir mecmua gibi mimiklerinden ve sözlerinden takip etmeye çalıştığın adam...
yeni yeni yüzleşmeyi öğrendiğin yaşamla her karşılaşmanda ya inatla üstüne yürüdüğün yada sebebsizce ürküp kendi içine döndüğün yaşlarda, sana seslenişini duyup güç almaya çalıştığın, sana duyduğu sevgiden emin ama ifadeden yoksunken kendi kendini sevmeyi öğrendiğin adam...
çıkmaz sokaklara giripte yanında oluşuna alışmışlığından, bir an dönüpte yanında bulamadığın ve seni o çıkmazlara sürükleyeninde o olduğu hissine kapıldığın adam..
ufacık laflarıyla seni bulutlara çıkartmasını bilipte, ufacık bakışlarıylada ince ince sızlatan içini, yarabandı bulamadan kendini iyileştirmeyi öğrenmeye seni mecbur bırakan adam..
sana hitap edişiyle seni kendine döndüren, ama sana ait sandığın ses tonuyla aynı şekilde hitap edince bir başkasına, gözlerinden dökülen iki damla sessiz yaşa sebep olan adam...
ve birgün, yüzünü görmenin sevincini hiçbirşeye değişemezken sesini bile duymaya tahammül edemez hale geldiğin adam...
sonra, sonra büyümeyi öğrenirken kırgınlıklarınıda sevmeyi öğrendiğin...
baba... babam...
hakkı nasıl ödenir, bir türlü bilemediğin...
2 /