beş yaşındaydım, anlatırlardı allah her yerdedir, yukarıdadır sizi hep görür diye. sonra birgün bulutları gördüm yukarıdaydılar, her yerdeydiler. bulutları allah sandım.
sonra ben allahın acı olduğunu öğrendim, her yerdeydi...
(bkz:
damage is the king)
(bkz:
pain is the god)
hacca giden birilerinin olduğu bir apartmanda oturduyanız, birde hala komşuluk değerlerinin kendini koruduğu zamanlara denk gelmişse çocukluğunuz bilirsiniz.bilimum abuk sabuk şeyin yanında tahta kaşıklar falan getirilirdi kutsal ziyaretlerden. sapının en sonundaki tahta alanda beyaz sakallı ve sarıklı, üstüne muhtemelen yeşil bir örtü giyinmiş bağdaş kurmuş yaşlı bir dedenin- belki de mevlevi bir şahsiyettir bu, bilmiyorum- resmi olurdu.
işte ben o dedeyi allah zannederdim.
hala da o resimler bi acaiyp gelirler bana, nedendir bilinmez..
yıllar sonraki edit: mevlanayı simgelermiş o resim, pek de normalmiş, çok çocuk bu sanrıya kapılırmış.
bir sağlık ansiklopedisi vardı evde. o ansiklopedide de iç organlar mı dokular mı artık neyse bişiylerin resmi vardı.
benim de "allah içimizdedir" lafı aklıma takılmıştı.
o çizimlerden birinde,organdaki el şekline hafif benzeyen damarları, allah'ın eli sanmıştım.
bin liralık banknotun üzerindeki fatih sultan mehmet figürü. zamanında büyük paraymış vesselam
(bkz:
paraya tapmak)
küçükken hep "allah baba" söylemi kullanıldığı için "allah" kelimesini her duyduğumda gözümün önüne babam gelirdi...
küçükken bana en büyük görünen şey erciyes dağıydı ve allah'ın böyle büyük bir yerde oturan kel kafalı bir cin olduğunu düşünürdüm.
o türbe yeşili cübbesiyle başında sarığı ve bembeyaz sakalıyla ilkokulumuzun koridorunda asılı olan göz göze gelicem diye ödümün koptuğu mevlana tablosu.