der himmel über berlin

1 /
floydzede floydzede
1987 tarihli wim wenders başyapıtı.ayrıca wings of desire olarak da bilinir.city of angels ın bu filmden etkilenilerek çekildiği bilinmektedir.açıkçası city of angels gibi para odaklı filmlerden haz almadığım için izlemedim ve kalitesi hakkında da yorum yapamayacağım.der himmel uber berlin e gelirsek gerçekten görsel bir şölen.diyaloglar özenle seçilmiş,oyunculuklar kusursuz.bir alfred hitchcock ya da stanley kubrick filmi gibi akıllara kazınan sahneler barındırmakta.akıllara kazınan sahneler demişken vertigo daki gibi geriye zoom yöntemiyle çekilmiş yükseklik korkusunu anlatan sahneler gibi değil.daha çok diyaloglar üstüne kurulmuş sahneler:

-bugün bir adam gördüm,yağmur yağıyordu, şemsiyesini kapattı ve ıslandı

ya da

-çocukken düşünürdüm.ben benim ama neden sen değilim

ya da yaşamı arzuladığı cümlelerdeki

-yürürken iskeletimin de benimle geldiğini hissetmek isterdim,bilmek yerine tahmin etmek..
-ayakkabılarımı çıkarıp,parmaklarımı oynatabilmek

filmin unutulmaz sahnelerinden biri de kahramanımız insan olmayı arzularken diğer meleğin bunun imkansız olduğunu belirtmesi ve arkasına dönüp baktığındaysa kahramanımızın ayak izlerini görmesidir.bu sahnede kendisi bile bir melek olarak, insansı bir davranış olan 'hayret edişi' gerçekleştirmiştir.

ve son olarak city of angels ı izlemeyen az sayıdaki insandan biriyim sanırım.bu filmi izleyenler genelde city of angels filmine alaycı bir tavırla yaklaşır.her bir saniyesi özenle işlenmiş bir film gerçekten.o kadar kaliteli ki city of angels ı hiçbir zaman izletmeyecek,aynı temalı alternatif aratmayacak kadar...

not:bir de nick cave babaya yer verilmiş ki filmde hem de cuk diye oturan parçasıyla:
(bkz: from her to eternity)
sophie sophie
izledikten sonra izlediğim ve city of angels ı oldukça bayağı bulduğum film.gerçekten çok etkileyici filmdi ve büyüleyen cinstendi.hani bazen "bir film izledim hayatım değişti" gibi abartılı bi tabir kullanıcaksam işte bu film o filmdir.aynı zamanda bir klasiktir.

içinde sadece seninleyken yalnız olabiliyorum diye bir cümle barındırıyor ki insan aşkı başka nasıl anlatabilir,bilmiyorum.izlenmelidir...
thedawn thedawn
---spoiler---

''""when the child was a child, it was the time of these questions. why am i me, and why not you? why am i here, and why not there? when did time begin, and where does space end? isn't life under the sun just a dream? isn't what i see, hear, and smell just the mirage of a world before the world? does evil actually exist, and are there people who are really evil? how can it be that i, who am i, wasn't before i was, and that sometime i, the one i am, no longer will be the one i am? ''""

---spoiler---

"""my heroes are no longer the warriors and kings but the things of peace equal one to the other. the drying onions being equal to the tree trunk crossing the marsh. but noone has so far succeded in singing epic of peace. what's wrong with peace that its inspiration doesn't endure and that it is almost untellable? must i give up now? if i do give up, then mankind will lose its storyteller. and if mankind once loses its storyteller the it will lose its childhood."""

---spoiler---


bu filmi mutlaka izleyin...
heidi heidi
başlayıp neden izleyememiştimi hatırladığım filmdir izlerken. diyaloglar başlamıştı hepsi duymam gereken, kareler vardı kaçırmadan görülecek. sanırım ne algım açıktı ne gücüm yerinde...
özgürlük hissi veremeyen hatta sıkışmışlık uyandıran erkek meleklerin iç sesler arasındaki yürüyüşünü; arzunun ölüme rağmen gücünü; üzgün olamayacak kadar bilnçli, yalnızlığını kaybetmeden erkeğini arayan bir trapezciyi; sahip olunmasaydı özlenecek hayatları anlatan içsel bir yolculuk filmi...
fade to black fade to black
çocuk çocukken, hiçbir şey hakkında fikri yoktu. alışkanlıkları yoktu. bağdaş kurup otururdu. sonra koşmaya başlardı. saçının bir tutamı hiç yatmazdı, ve fotoğraf çektirirken poz vermezdi.

çocuk çocukken, şu sorulara sıra gelmişti. neden ben benim de sen değilim? neden buradayım da orada değilim? zaman ne zaman başladı? ve mekan nerede bitiyor? güneşin altındaki yaşam sadece bir rüya mı? gördüklerim, duyduklarım, kokladıklarım, sadece dünyadan önce ki dünyanın bir görüntüsü mü? gerçekten kötülük var mı? gerçekten kötü insanlar var mı? nasıl olur da ben olan ben, ben olmadan önce var değildim? ve nasıl olur da ben olan ben bir zaman sonra ben olmayacağım.

çocuk çocukken, ıspanağı, bezelyeleri, sütlacı ve karnabaharı ağzında geveleyip dururdu. ama şimdi hepsini yiyor. üstelik de mecburiyetten değil.

çocuk çocukken, bir keresinde yabancı bir yatakta uyandı. ve şimdi hep tekrar uyanıyor. bütün insanlar güzel görünürdü, şimdi ise sadece bazen. cenneti gözünün önüne getirebiliyordu, şimdi ise tahmin ediyor. hiçliği düşünemezdi. bugün ise ürküyor.

çocuk çocukken, zevkle oyun oynardı. şimdi ise ancak iş yapınca yoğunlaşabiliyor.

çocuk çocukken beslenmek için elma ve ekmekle yetinirdi. aslında halen de öyle. şimdi bile hala taze ceviz yiyince dili kabarıyor. ve hala bir dağın tepesindeyken daha yüksek bir dağın özlemini çekiyor. büyük şehirdeyken, daha büyük bir şehri özlüyor, ve bu hep böyle devam ediyor. bir ağacın tepesinde, bugün de olduğu gibi, ellerini büyük bir coşkuyla kirazlara uzatıyor. yabancılardan çekinirdi, ve halen de çekiniyor. ilk karı beklerdi, ve hala da bekliyor.

çocuk çocukken, ağacı bir mızrak darbesiyle titretirdi. hala da öyle titretiyor.
ahaha koptum ahaha koptum
''çocuk, çocukken
kollarını sallayarak yürürdü
derenin ırmak olmasını isterdi
ırmağın da sel...
ve şu birikintinin de deniz olmasını
çocuk çocukken...
çocuk olduğunu bilmezdi
her şey yaşam doluydu
ve tüm yaşam birdi
çocuk çocukken...
hiçbir şey hakkında fikri yoktu
alışkanlıkları yoktu
bağdaş kurup otururdu
sonra koşmaya başlardı
saçının bir tutamı hiç yatmazdı
ve fotoğraf çektirirken poz vermezdi...''

ünlü alman yönetmen wim wendersin 1987 yılı yapımı siyah beyaz ve renkli filmi der himmel über berlin. filmde almanca dışında fransızca, ingilizce ve türkçe konuşmalar da yer almakta.

http://www.sinemazingo.com/der-himmel-uber-berlin-wings-of-desire-arzunun-kanatlari-1987
çevreyolu çevreyolu
bir şiirin filme uyarlanmış hali diyebiliriz, şiir gibi bir film diyebiliriz ya da sadece bu film için yeni bir kelime uydurup, şiirfilm diyebiliriz.
jouissance jouissance
berlin duvarı, savaş sonrasından kalan yıkık dökük yapılar, işsizlik ve onun getirdiği başıboşluk, aylaklık ve bunun estetik halinin flaneurlerde ki yansıları, düzensizliğin bir tezahürü olan rock müziğe duyulan ilgi.. tam bir dönem filmi aslında; kapitalizmin dizginleri sıkamadığı ama sosyalizmin de yıkılmaya yüz tuttuğu boşlukta çekiyor wenders der himmel über berlin'i ve berlin şehrini iyi tanıması sayesinde pek çok ayrıntıyı verebiliyor . bunu yapmasına yardımcı olan şey de hem fotoğraf üzerine hem de film teorisi üzerine epeyce kafa yormuş olması (tamamı renkli olan bir der himmel über berlin aynı etkiyi yaratamazdı bence) bilenler vardır, aynı zamanda kentsel planlama üzerine de görüşleri olan bir adam wenders ve bunun filme olan olumlu etkisi de ortada. en samimi filmi bence wenders'ın, tamamı almanya'da geçtiği içindir belki de (izlediklerim arasında alice in der stadten haricindekilerin tat vermediğini söyleyebilirim). ne de olsa heimat.

başlangıçta duyduğumuz öykü sanırım handke'nin yazdığı bir metinden, "çocuğun öyküsü" olabilir.
die for morrison die for morrison
izlerken sigara bile yakmayı unutturan film. bu konu çok önemli. bağımlılıklarınızı unutturan bir film iyi film olmanın çok ötesindedir, bu da öyle. üstüne yazılıp söylenecek çok şey var fakat ben bunun tadını çıkarmak istiyorum.

en şahane sahnelerden biri:


cefokenks cefokenks
iki meleğin birbiriyle konuşması :

böyle ruhani bir şekilde yaşamak,
sonsuza dek her gün insanların
arasına karışmak çok güzel.
hayaletliği ispatlamak.
ama bazen bu sonsuz,
ruhani varlığımdan sıkılıyorum.
sonsuza dek her şeyin üstünde
süzülmek istemiyorum,
üstümde bir ağırlık
hissetmek istiyorum.
içimdeki sınırsızlığı kaldırıp,
beni toprağa bağlasın.
her adımda ya da rüzgar esintisinde,
her zamanki gibi "daima"...
...ve "sonsuza dek" değil.
kağıt oynanan bir masaya
oturmak, selamlanmak.
bir baş işareti yeter.
şimdiye kadar katılmış olsak da
bu göstermelikti.
aslında geceleri boks maçlarına
göstermelik olarak katıldık.
sonra göstermelik olarak balık tuttuk.
sofralarda göstermelik olarak oturduk,
orada yedik ve içtik ama göstermelikti.
kuzular kızarttık ve şarapları beklettik.
dışarda çöl çadırının yanında,
hepsi göstermelik.
hemen bir çocuk yapıp...
...ağaç dikmek istiyorum demiyorum.
ama uzun bir günden sonra...
...philip marlowe gibi eve gelip,
kediyi beslemek güzel olurdu.
ateşinin çıkması,
gazeteden parmaklarının boyanması,
sadece ruhsal olarak değil,
gerçek bir yemekle beslenmek.
bir boyun veya kulak
çizgisinden etkilenmek.
yalan söylemek,
istediğin kadar.
yürürken iskeletinin de
beraber geldiğini hissedebilmek.
her şeyi bilmek yerine,
tahmin etmek zorunda kalmak.
"ah"...
"oh"...
"ah" ve "yo" diyebilmek.
evet ve amin yerine.
bir kere de olsa kötülükten
heyecan duymak.
geçen insanlardan dünyanın
tüm kötü ruhlarını
ve şeytanlarını alıp, onları
dünyaya saçabilmek.
yabani biri olmak.
ya da en sonunda masanın altında,
ayakkabılarını çıkarabilmeyi hissetmek.
ya da parmaklarını oynatabilmek.
yalın ayak, böyle.
yalnız kalmak,
oluruna bırakmak,
ciddi olmak.
ancak, ciddi kalabildiğimiz
ölçüde yabani olabiliriz.
kosmos kosmos
görüntüleri parmaklarımı, müzikleri midemi, sözleri kalbimi titreten film.


:::::::::::spoiler riski::::::::::::::

kadınla adam sonunda karşılaştıklarında, kadın:

"hiç yalnız kalmadım. ne tek başınayken, ne biriyle birlikteyken. aslında artık yalnız olmak isterdim. çünkü yalnızlık şu demektir 'artık bir bütünüm'. artık bunu söyleyebilirim. işte bu gece ben de nihayet yalnızım."
kababanga kababanga
kıt almancamla türkçeye " berlin' in üzerindeki cennet " diye çevirdiğim film. tabi daha iyi bilenler vardır, hatamı düzeltmeleri dileğimle yazımı bitiriyorum.
1 /