kisinin tasavvufta ulaşabileceği en üst mertebedir . ölmeden tanrıya erişmek anlamındadır.
ölemeden ölebilmedir,yani beni ortadan kaldırarak o nu bulmaktır,tabi ki bu sadece nefise hakim olma yada kendisini fanatizm çerçevesinde zorlama ile olmaz,hakkın her kişiye verdiği bazı yetenekler vardır,zamanında hacı bektaşların yaptıkları 40 gün sabre çekilme olayları,meditasyon,içe yöneliş bu yeteneklerdendir ve kişi önce kendisini bulur sonra tanrıyı bulur sonra onun içinde su tanesinin okyanusa düşüşü gibi bir olur ve fenafillah makamına erişilir.
bakılacak olursa asıl cihat içe yapılandır şuanki gibi şekle dönüşen dinlerin de bir numaralı sorumluları insanlardaki noksanlıkları görüp dinden soğuyan ve soğutanlardır,din kişinin kendisidir kitap da yeter ki okumayı ve bilmeyi bilin.
yaratanda yok olma, birleşme aşamasına tekabül eder.
bu kelle bu gövdede durdukça zor olan durum. zaten bunu yapabilenler kellelerinden olmuştur.
kendi benliğini/nefsini yok edip, tümüyle allah in emirlerine uygun olarak yaşamak.
hallacı mansurun "enel hak" (hak benim )demesi bu makama örnek gösterilebilir.
insan o nu düşüne düşüne, kendini on da yok edebilir.
lan fena işte!
fillah çok büyük ağırlık! evet ağırlık fillah filan olmayayım, olmasın kimse ve hep sussun cosmos!
sülük, yola gitmek, ilerlemektir. i̇lmin, bilginin ilerlemesidir. maddenin (cesedin) hareketi değildir.
tasavvufda seyr-i sülük, tarikat yoluna intisab ederek (az yemek, az içmek, az uyuyup, az konuşmak gibi) riyazetle ve manevi vazifelerle meşgul olmak suretiyle, sâlikin (allah yolcusunun) mevlâ ile kendi arasındaki perdeleri aşmak için yaptığı bir hareket-i i̇lmiyeden ibarettir ki, dört türlü seyir (yürüyüş) vardır:
1.seyr-i i̇lallah,
2.seyr-i fillah,
3.seyr-i anillah,
4.seyr-i fil eşya.
i̇mam-ı rabbani mektûbat isimli eserinin 144. mektubunda bu seyirleri şöyle izah etmektedir:
seyr-i i̇lallah demek; aşağı bilgilerden yüksek bilgilere ilerlemek, ilimde durmadan yükselmektir. böylece mahlûk (yaratılan)lara aid herşey bilindikten sonra, allah-u telâlâ'nın ilmine kadar varılır. bu bilgiler başlayınca mahlûkata aid bilgilerin hepsi unutulur. bu hâle fena denir.
seyr-i fillah demek; allahın isimleri, sıfatları, şuûn (şan) ve itibarları, takdisat ve tenzihatı mertebelerinde ilmin ilerlemesi demektir.
böylece bir ibare ile anlatılamayan, bir işaretle bildirilemeyen, bir isim verilemeyen, bir kinaye ile söylenemeyen, hiçbir alimin bilemediği, hiçbir idrak sahibinin anlayamadığı bir mertebeye varılır. bu seyre de beka denir.
seyr-i anillah: bu da ilmin hareketidir. yüksek bilgilerden, aşağı bilgilere inilir. böylece gerisin geri mümkinâta (yaratıklara) dönülür. bütün vücup mertebelerinin bilgilerinden inilir.
bu seyri yapan ârif allah ile (beraber olduğu halde) allah'ı unutur (gibi görünerek insanları irşadla uğraşır). allah ile allah'tan döner, işte bu zât, hem bulup hem kaybeden, hem kavuşup hem ayrılan, hem yakın hem uzaktır.
bundan sonra, seyr-i fil eşya başlar; bu seyirde ise birinci seyirde kaybolup giden, eşyanın bütün ilimleri yavaş yavaş ele geçer. bu dördüncü seyir birinci seyrin karşılığıdır. üçüncü seyirde ikinci seyrin karşılığıdır.
seyr-i i̇lallah ile seyr-i fillah, velâyeti (veliliği) elde etmek içindir. bu makam fena ve bekâdan ibârettir.
seyr-i anillah ve seyri-i fileşya ise davet makamını elde etmek içindir. bu makam ise, aslında peygamberlere mahsustur."
bahsedilen bu seyirler insandaki lâtifelerle yapılır. latifeler âlem-i sagir olan insanın parçalarıdır, insan ruh ve beden olmak üzere iki şeyden müteşekkildir. ruh, âlem-i emirden, beden ise âlem-i halktandır.
âlem-i emrin 5 letâifi vardır. bunlar, kalp, ruh, sır, hafi ve ahfa'dır. allah-u teâlâ bunları, "kün" (ol) emriyle halk etmiş (yaratmış) tır. bunlar madde âleminden değildir.