hz. muhammed (sav) dar-ı bekâya irtihal edince, onu bu dünyada temsil eden de allah ile irtibatları kavi büyük insanlardır. onlar, mazhariyetleri ve misyonlarıyla, bir bakıma yeryüzünde âdetâ kâbe konumundadırlar. ehl-i tahkikin beyanına göre, bazen onlar kâbenin etrafında, bazen de kâbe onların etrafında döner. işte böylesi kişilere allahın matmah-ı nazarı anlamında kutub adı verilir. bu kişiler bulundukları mekânda, her zaman mevcudiyetlerini hissettiren, şeytanların uykularını kaçıran, bir kısım insanların vehimlerini izale eden, toprağın kuvve-i inbatiyesi gibi kudsi bir güce sahiptirler. yine bunlar, hep tazarru ve naz u niyaz makamında bulunmaktadırlar. allah böylelerinin bakışları ile kâinata bakar, merhamet veya gadap eder.
kutub makamının bir adım ötesinde gavsiyet makamı yer alır. bu makamı ihraz edenlerin en büyük özelliği, tasarruflarının öldükten sonra da devam etmesidir. her gavs bir kutuptur, fakat her kutub bir gavs değildir. öyleleri de vardır ki, bu her iki makamı bünyesinde cemetme bahtiyarlığına ermiştir. zannediyorum kutbul-irşad işte bu iki makamı birden ihraz etmiş ve halkı irşada mezun insanlara verilen isim olsa gerek..
bu açıdan kutbul-irşada; hakikat-ı ahmediyeyi tamamıyla temsil eden, dolayısıyla da hakikat-ı muhammediyeye namzet olan insan nazarıyla da bakılabilir. o, bütün insanlığın iç âlemi itibarıyla, yani kalbi, ruhu, vicdanı, hissi ve letaif-i maneviyesiyle mercii sayılan bir menhel-i azbil-mevrûd; cennet kevserleri ölçüsünde tatlı su kaynağıdır. ve insanlığı sahil-i selamete çıkaracak bir rahmet ve ışıktır. bu yönüyle ona, yeryüzünde tevhid güneşi denir. herkes kendi istidadı veya elindeki kovasının büyüklüğü/küçüklüğü ölçüsünde ondan istifade edebilir. öyleyse kutbul-irşad, misyonu, konumu ve zâtı itibarıyla diğer velilerden en az üç kademe daha ileridedir.
başkalarının onları tanımasına veya sair velilerden ayırt etmesine yardımcı olacak belirgin özellikleri yoktur. insanlar arasında, insanlardan bir insan olarak bulunurlar. ne var ki, hassas ruhlar, liyakatli kişiler bunları hemen sezer ve âdetâ bir mıknatısa kapılmış gibi, onların cazibelerine kapılıverirler. bu özellikleri itibarıyla de onlar, etraflarına sürekli nur neşrederler. hakkı aramak için yollara dökülenler de bunların cazibe-i kudsiyesi içine girer ve o dairede bütün bütün erir giderler.
bütün bu değerlendirmeler nazara alındığında; bu kudsî mehazlara sırt dönmekten daha öte bir talihsizlik olamaz denilebilir. bana göre, bu kaynaklara müracaat etmeden yollara dökülenler, niyetleri ne kadar da samimi olursa olsun, çöllerde tek başlarına, rehbersiz yolculuk yapan insanlar gibidirler. hatta bu kişilerin şahsî ibadet ve taatleri ne kadar çok da olsa, bu feyiz kaynaklarından yararlanmadıkları için, ileride dünyevî başka câzibe noktalarının câzibelerinden kurtulamayıp, yollarda kalabilirler. hatta ibadet ü taatı bu denli çok olmayanlar, yüzleri bu ışık kaynaklarına dönük oldukları için, kayma ihtimalleri onlara göre daha azdır.
ayrıca, bu tür insanların daire-i kudsiyeleri içinde bulunma, onlar gibi olma noktasında insana aşk, şevk ve ümit verir. zira bunlar ideal insan olup, her müslümanın hedefi olabilecek makamlarda bulunmaktadırlar. bir diğer ifadeyle bunlar, bizim gibi sıradan insanlar için birer gaye-i hayaldirler. zaten bu dünyada gaye-i hayali olmayan kişilerin, dört ayaklı behaimden farkı da yoktur. iki günü müsavi olan, aldanmıştır beyan-ı nebevisi, herhalde bu hakikata işaret etmektedir.
hasılı, kutbul-irşad, kâinatın mânâ, mahiyet ve muhtevasını anlatan, yeryüzünde cenâb-ı hakkın matmah-ı nazarı, kutb ve gavs makamının sahibi bir hakikat eridir.
not: alıntıdır.
kutub makamının bir adım ötesinde gavsiyet makamı yer alır. bu makamı ihraz edenlerin en büyük özelliği, tasarruflarının öldükten sonra da devam etmesidir. her gavs bir kutuptur, fakat her kutub bir gavs değildir. öyleleri de vardır ki, bu her iki makamı bünyesinde cemetme bahtiyarlığına ermiştir. zannediyorum kutbul-irşad işte bu iki makamı birden ihraz etmiş ve halkı irşada mezun insanlara verilen isim olsa gerek..
bu açıdan kutbul-irşada; hakikat-ı ahmediyeyi tamamıyla temsil eden, dolayısıyla da hakikat-ı muhammediyeye namzet olan insan nazarıyla da bakılabilir. o, bütün insanlığın iç âlemi itibarıyla, yani kalbi, ruhu, vicdanı, hissi ve letaif-i maneviyesiyle mercii sayılan bir menhel-i azbil-mevrûd; cennet kevserleri ölçüsünde tatlı su kaynağıdır. ve insanlığı sahil-i selamete çıkaracak bir rahmet ve ışıktır. bu yönüyle ona, yeryüzünde tevhid güneşi denir. herkes kendi istidadı veya elindeki kovasının büyüklüğü/küçüklüğü ölçüsünde ondan istifade edebilir. öyleyse kutbul-irşad, misyonu, konumu ve zâtı itibarıyla diğer velilerden en az üç kademe daha ileridedir.
başkalarının onları tanımasına veya sair velilerden ayırt etmesine yardımcı olacak belirgin özellikleri yoktur. insanlar arasında, insanlardan bir insan olarak bulunurlar. ne var ki, hassas ruhlar, liyakatli kişiler bunları hemen sezer ve âdetâ bir mıknatısa kapılmış gibi, onların cazibelerine kapılıverirler. bu özellikleri itibarıyla de onlar, etraflarına sürekli nur neşrederler. hakkı aramak için yollara dökülenler de bunların cazibe-i kudsiyesi içine girer ve o dairede bütün bütün erir giderler.
bütün bu değerlendirmeler nazara alındığında; bu kudsî mehazlara sırt dönmekten daha öte bir talihsizlik olamaz denilebilir. bana göre, bu kaynaklara müracaat etmeden yollara dökülenler, niyetleri ne kadar da samimi olursa olsun, çöllerde tek başlarına, rehbersiz yolculuk yapan insanlar gibidirler. hatta bu kişilerin şahsî ibadet ve taatleri ne kadar çok da olsa, bu feyiz kaynaklarından yararlanmadıkları için, ileride dünyevî başka câzibe noktalarının câzibelerinden kurtulamayıp, yollarda kalabilirler. hatta ibadet ü taatı bu denli çok olmayanlar, yüzleri bu ışık kaynaklarına dönük oldukları için, kayma ihtimalleri onlara göre daha azdır.
ayrıca, bu tür insanların daire-i kudsiyeleri içinde bulunma, onlar gibi olma noktasında insana aşk, şevk ve ümit verir. zira bunlar ideal insan olup, her müslümanın hedefi olabilecek makamlarda bulunmaktadırlar. bir diğer ifadeyle bunlar, bizim gibi sıradan insanlar için birer gaye-i hayaldirler. zaten bu dünyada gaye-i hayali olmayan kişilerin, dört ayaklı behaimden farkı da yoktur. iki günü müsavi olan, aldanmıştır beyan-ı nebevisi, herhalde bu hakikata işaret etmektedir.
hasılı, kutbul-irşad, kâinatın mânâ, mahiyet ve muhtevasını anlatan, yeryüzünde cenâb-ı hakkın matmah-ı nazarı, kutb ve gavs makamının sahibi bir hakikat eridir.
not: alıntıdır.