bugün öğretmen kardeşimi mülakata götürdüm. gittiğimiz yer, aşık olduğum kadının belli dönemler teyzesiyle yaşadığı ilçe. öyle olunca artık kendisine yazma imkanım olmadığından bu ilçeden gönderdiği fotoğraflarına göz attım.
oturduğu sokağı tahmin etmeye çalıştım. bir dönerci tabelası dikkatimi çekti. google'dan arattım, adresi buldum.
kardeşimin mülakata girmesine daha vardı. ona biraz gezineceğim dedim. mülakata gireceği teknik liseden çıktım. haritada yarım saatlik yürüyüş mesafesi gösteriyordu. bu sıcakta elimde çantayla yürümeye başladım.
geçmişte ilk buluştuğumuz yere, tek başıma gidip hatıralarımı tazelemiştim. onu ilk gördüğüm anı, ilk buluştuğumuz noktayı fiziki olarak tespit etmeye çalışıp duygulanmıştım.
daha önce gittiğim bazı yerleri belli bir zaman sonra tek başıma ziyaret ederim. bu seyahatler beni melankolik hallere sürükler.
okuldan çıkıp yokuş aşağı inerken karşı tepede binaların neredeyse gökyüzünü işgal edecekmiş gibi çarpık kentleşmesine karşı yürüyordum. bir köprüden karşıya geçtim. asfaltın sıcaklığı, binaların yoğunluğu, güneş tepemde; çöldeki mecnun gibi aşkımdan kavruluyor, onun nefes aldığı, ayağının değdiği sokaklara kendimi atmak istiyordum.
bana gönderdiği fotoğraflara bakarken bir ara eski sevgilisinden söz etmesine denk geldim. üniversitedeyken riva plajına gitmişler. plajda sevgilisi erekte olduğu için yerinden kalkamamış. komik bir anı olarak anlatmıştı. bunu okuyunca yalnızlık içinde geçen gençliğime üzüldüm.
adıyla müsemma olmayan bu ilçede evlerde bahçeyi geçtim, ağaç bile azdı.
yürüyordum. yokuşları tırmanıyordum. haritadaki kırmızı işarete yaklaştıkça heyecanım artıyordu. son bir yokuş daha çıktım. dönercinin bulunduğu sokağa vardım. sokakta çarşamba pazarı vardı. dönercinin karşısındaki kaldırıma çıktım. arkamdaki apartmanda kalıyor olabilir miydi?
lakin gönderdiği fotoğrafta bazı ihtiyaçlarını karşıladığı alt komşusu türkmenistanlı ailenin arabası yer alıyordu. arabanın karşısında çapraz açıdan dönerci dükkanı görünüyordu. bu sokakta ikamet ettiği kesin değildi. bir yan sokağa geçtim. başka bir fotoğraf açtım. ihtiyaçlarını karşıladığı türkmenistanlı çocuğu kucağına almış görünüyordu. arkasında bir apartmanın dış kapısı ve önündeki merdivenlerin başında duruyordu.
dış kapının merdiven korkuluğundaki desenleri inceledim.
sonra bulunduğum sokakta yürümeye devam ettim. 50 metre kadar ilerledim. karşıdaki apartman kapılarından biri gözüme çarptı. bu fotoğraftaki apartmandı. demir korkuluğun deseni ve rengi aynıydı.
dış cephesi açık sarı renkte mütevazı bir apartmandı. orta katlarından birinde kimse yaşamıyor görünüyordu. bodrum katta yaşamıyordu. üst katlardan bir dairenin penceresi sonuna kadar açıktı. acaba hangi katta oturuyordu? ve şu an burada mıydı?
ihtiras tramvayı filminde marlon brando'nun af dileyen sesiyle stella diye bağırması gibi adını bağıracaktım.
beni görmesi belalısı zannedilmeme yol açabilirdi. kendisi de beni saplantılı bir ruh hastası olarak görecekti. bu fark edilme olasılıklarından utana utana apartmanın her cephesini inceledim. dış kapısındaki merdivenlere çıktım. zil butonları isimsizdi. kapının camından içeri baktım. ayaklarının bastığı iç merdivenleri inceledim.
bahçesiz evlerin ortasında, soluk sarı rengiyle, belki 30 yıllık bu binaya tac mahal'e bakarmış gibi baktım. arka cephesini görmek için bir üst sokağa girdim. sonra yine aynı yere döndüm. çevredeki esnaf beni yanlış anlamaz umarım kaygısıyla bir yabancı turist hayranlığına benzer ilgiyle bakıyordum apartmana. pencerelerinden birinden teyzesi çıkıp beni fark etse, kimsin dese ne diyecektim? ben onun hiçbir şeyiydim artık. beni sevmiyordu.
apartmanın adını ve numarasını unutmamak üzere okudum. biraz daha baktım. sıradan bir yapıydı. güzelliği yoktu. onun gibiydi. lakin o sırada istanbul'un en güzel apartmanı gibi görüyordum. onu da öyle güzel görürdüm, hissederdim ki... kadın bu binayla bütünleşmişti adeta. ben bir betona mı bakıyordum sahiden? yoksa o muydu?
pazar yerine çıktım. ona rastlamak umuduyla mı yürüyordum? öyleyse bir sapık damgası yemeyi göze almıştım. ben neden buradaydım? ne yapıyordum? birtakım ikilimler içerisinde kardeşimin yanına dönmek aklıma geldi.
kardeşimin yanına döndüm. okul bahçesindeydi. bir buçuk saatlik yokluğumda başına ilginç bir tesadüf gelmişti; komisyon başkanlarından biri tesadüfen yanına oturmuş. adam memleketimizde milli eğitim müdürlüğü yapmış, haliyle bir ortak tanıdık da çıkmış. muhabbet etmişler.
onunla mülakat saatini bekledim. mülakata girdi, çıktı. yüzü gülüyordu. komisyon başkanı o adam çıkmış. bu tesadüfler silsilesi umarım hayrına olur.
bu arada kardeşimin yanına döndüğünde nerede gezdiğimi sordu. öyle gezindim işte dedim.
bir daha böyle bir gözlem yapmayacağım diye içimden geçirdim. gerçeği duysaydı bana acırdı, tıpkı onun gibi...
oturduğu sokağı tahmin etmeye çalıştım. bir dönerci tabelası dikkatimi çekti. google'dan arattım, adresi buldum.
kardeşimin mülakata girmesine daha vardı. ona biraz gezineceğim dedim. mülakata gireceği teknik liseden çıktım. haritada yarım saatlik yürüyüş mesafesi gösteriyordu. bu sıcakta elimde çantayla yürümeye başladım.
geçmişte ilk buluştuğumuz yere, tek başıma gidip hatıralarımı tazelemiştim. onu ilk gördüğüm anı, ilk buluştuğumuz noktayı fiziki olarak tespit etmeye çalışıp duygulanmıştım.
daha önce gittiğim bazı yerleri belli bir zaman sonra tek başıma ziyaret ederim. bu seyahatler beni melankolik hallere sürükler.
okuldan çıkıp yokuş aşağı inerken karşı tepede binaların neredeyse gökyüzünü işgal edecekmiş gibi çarpık kentleşmesine karşı yürüyordum. bir köprüden karşıya geçtim. asfaltın sıcaklığı, binaların yoğunluğu, güneş tepemde; çöldeki mecnun gibi aşkımdan kavruluyor, onun nefes aldığı, ayağının değdiği sokaklara kendimi atmak istiyordum.
bana gönderdiği fotoğraflara bakarken bir ara eski sevgilisinden söz etmesine denk geldim. üniversitedeyken riva plajına gitmişler. plajda sevgilisi erekte olduğu için yerinden kalkamamış. komik bir anı olarak anlatmıştı. bunu okuyunca yalnızlık içinde geçen gençliğime üzüldüm.
adıyla müsemma olmayan bu ilçede evlerde bahçeyi geçtim, ağaç bile azdı.
yürüyordum. yokuşları tırmanıyordum. haritadaki kırmızı işarete yaklaştıkça heyecanım artıyordu. son bir yokuş daha çıktım. dönercinin bulunduğu sokağa vardım. sokakta çarşamba pazarı vardı. dönercinin karşısındaki kaldırıma çıktım. arkamdaki apartmanda kalıyor olabilir miydi?
lakin gönderdiği fotoğrafta bazı ihtiyaçlarını karşıladığı alt komşusu türkmenistanlı ailenin arabası yer alıyordu. arabanın karşısında çapraz açıdan dönerci dükkanı görünüyordu. bu sokakta ikamet ettiği kesin değildi. bir yan sokağa geçtim. başka bir fotoğraf açtım. ihtiyaçlarını karşıladığı türkmenistanlı çocuğu kucağına almış görünüyordu. arkasında bir apartmanın dış kapısı ve önündeki merdivenlerin başında duruyordu.
dış kapının merdiven korkuluğundaki desenleri inceledim.
sonra bulunduğum sokakta yürümeye devam ettim. 50 metre kadar ilerledim. karşıdaki apartman kapılarından biri gözüme çarptı. bu fotoğraftaki apartmandı. demir korkuluğun deseni ve rengi aynıydı.
dış cephesi açık sarı renkte mütevazı bir apartmandı. orta katlarından birinde kimse yaşamıyor görünüyordu. bodrum katta yaşamıyordu. üst katlardan bir dairenin penceresi sonuna kadar açıktı. acaba hangi katta oturuyordu? ve şu an burada mıydı?
ihtiras tramvayı filminde marlon brando'nun af dileyen sesiyle stella diye bağırması gibi adını bağıracaktım.
beni görmesi belalısı zannedilmeme yol açabilirdi. kendisi de beni saplantılı bir ruh hastası olarak görecekti. bu fark edilme olasılıklarından utana utana apartmanın her cephesini inceledim. dış kapısındaki merdivenlere çıktım. zil butonları isimsizdi. kapının camından içeri baktım. ayaklarının bastığı iç merdivenleri inceledim.
bahçesiz evlerin ortasında, soluk sarı rengiyle, belki 30 yıllık bu binaya tac mahal'e bakarmış gibi baktım. arka cephesini görmek için bir üst sokağa girdim. sonra yine aynı yere döndüm. çevredeki esnaf beni yanlış anlamaz umarım kaygısıyla bir yabancı turist hayranlığına benzer ilgiyle bakıyordum apartmana. pencerelerinden birinden teyzesi çıkıp beni fark etse, kimsin dese ne diyecektim? ben onun hiçbir şeyiydim artık. beni sevmiyordu.
apartmanın adını ve numarasını unutmamak üzere okudum. biraz daha baktım. sıradan bir yapıydı. güzelliği yoktu. onun gibiydi. lakin o sırada istanbul'un en güzel apartmanı gibi görüyordum. onu da öyle güzel görürdüm, hissederdim ki... kadın bu binayla bütünleşmişti adeta. ben bir betona mı bakıyordum sahiden? yoksa o muydu?
pazar yerine çıktım. ona rastlamak umuduyla mı yürüyordum? öyleyse bir sapık damgası yemeyi göze almıştım. ben neden buradaydım? ne yapıyordum? birtakım ikilimler içerisinde kardeşimin yanına dönmek aklıma geldi.
kardeşimin yanına döndüm. okul bahçesindeydi. bir buçuk saatlik yokluğumda başına ilginç bir tesadüf gelmişti; komisyon başkanlarından biri tesadüfen yanına oturmuş. adam memleketimizde milli eğitim müdürlüğü yapmış, haliyle bir ortak tanıdık da çıkmış. muhabbet etmişler.
onunla mülakat saatini bekledim. mülakata girdi, çıktı. yüzü gülüyordu. komisyon başkanı o adam çıkmış. bu tesadüfler silsilesi umarım hayrına olur.
bu arada kardeşimin yanına döndüğünde nerede gezdiğimi sordu. öyle gezindim işte dedim.
bir daha böyle bir gözlem yapmayacağım diye içimden geçirdim. gerçeği duysaydı bana acırdı, tıpkı onun gibi...