(bkz:
yaşarcan)
biz küçükken mahallede
yaşarcan deyu bir çocuk da yaşar idi.
çekik gözlü bir yapıya sahip idi. tabi çocukluk hâli, herkesin her şeyiyle dalga geçilip alay edilerek yaşanılan bir evre olduğundan; kimi kilosuyla, kimi sıskalığıyla, kimi güzelliğiyle, kimi çirkinliğiyle, kimi salaklığıyla ya da yaptığı bir şeyle taşak geçilerek geçirirdi sokaktaki vakti.
tüm bu kaosun perde arkasında severdik birbirimizi. sadece yetişkinlik döneminde bireye dönüşüp öz karakterini bir gömlek gibin üstüne giyecek
vahşi,
minik,
alaycı kuşlardık.
herkese o, bu, şu hitaplarla seslenilirken;
yaşarcan beyciğimin kısmetine "
sik kafalı japon askeri" olmak düşmüştü. şimdi olsa mesela, illâ bir şeyle dalga geçeceksem kendisiyle ilgili, sik kafalı japon askerliğiyle değil de,
yaşarcanlığından dem vururdum sanırım. uyumsuz idi çünküm, anlamı veya mânen öneminden tamamen bağımsız şekilde tabii ki. belki de hüzünlü ve derûn bir sebebi vardır bu birleşimin; kimse kimsenin hayatını bilemiyor işte, n'apalım.
yıllar geçti; nerede bir japon görsem, nerede japonlukla ilgili bir şey duysam, japon denmeden dahi japonluğu andıran bir şey duyumsasam aklıma
yaşarcan gelir.
hatta bazen ülkemizdeki her şeyin fotoğrafını çeken japon gezi gruplarını gördüğümde bakımsıyorum aralarına, bizim
yaşarcan orda mı diye; "ulan sik kafalııı, ne geziyon buralarda" diyebilmek için...
tüm her şey bir yana, herkeste değişik şekillerde olmak kaydıyla,
insan bazı şeyler konusunda
hiç büyümüyor.
bazı kodlar çok fena
kalıcı; kök salmış, irinleşmiş, yapağı gibi sarmışlığından ötürü.