beşar esed'in eli kanlı bir diktatöre dönüşmeden önceki hali.
üstelik bazı noksan idrak sahiplerinin iddia ettiği gibi bir değişimin, çark etmenin değil tam aksine dik duruşun, ilkeli duruşun bir delilidir.
adım adım gidelim.
erdoğan, "esad kardeşim" falan dediği dönemlerde de beşar'ın babasının hama'da onbinlerce insanı katletmiş bir diktatör olduğunu biliyorduk. esad'ın nusayri olduğunu da biliyorduk. fakat biz, iftiraların aksine kimseyi babasının, dedesinin suçlarından ötürü mahkum etmeyiz. yine iftiraların aksine kimseye mezhebinden ötürü de düşmanlık etmeyiz.
beşar, iktidarı babasından miras yoluyla elde etmiş yeni nesil bir diktatördü. seçimle geldiğini falan söyleyenler oluyor ara sıra; babası öldüğünde 40 yaş olan cumhurbaşkanı seçilebilme sınırı, şimşek hızıyla beşar için uygun olan 34 yaş sınırına çekilmişti.
beşar avrupada eğitim almıştı. dünyayı biraz daha iyi tanıyan birisiymiş izlenimi veriyordu fakat ülkesinde ne muhalefete izin veriyor ne de demokratik hak ve özgürlükleri genişletiyordu. yine babasının ölümünden sonra hareketlenen muhalif çevreler ve siyasi odakların tümünü cumhurbaşkanı olur olmaz 2001 yılında derdest edip hapse tıkmıştır. tüm bunlara rağmen devlet başkanı sıfatıyla ülkesinin başındaydı ve ona göre muamele edilmesi gerekiyordu.
bir on sene böyle geçti, sene oldu 2011.
arap baharı etkisiyle suriye'de insanlar gösteriler yapmaya, "
yallah irhal ya beşşar" demeye başladılar o vakit bir şeyler değişmeye başladı. türkiye'nin suriye rejimine ilk tepkisi ve tavsiyesi halkın tepkisine kulak verilmesi ve demokratik adımların atılması yönündeydi. fakat beşar sadece ve sadece kendi iktidarını koruyabilmek için meydanlarda barışçıl gösteriler yapan insanların üzerine askerlerini gönderdi. şehir meydanlarına tanklarını yığdı. gösterilere katılanlar birer ikişer kaybolmaya, göz altına alınmaya, sistematik işkencelere maruz kalmaya, göstericilerin üzerine ateş açılmaya başlandı. hatta bu protesto gösterilerinde popüler olan yallah irhal şarkısının sahibi "ibrahim kaşuş" önce ortadan kayboldu, sonra gırtlağı kesilmiş, ses telleri sökülmüş halde bir dere kenarında bulundu.
derken bazı askerler bu işin yanlış olduğunu görüp ordudan firar ettiler ve "
özgür suriye ordusu" adı altında esed ve rejimine karşı silahlı mücadele başlattılar. sivil halkın bir kısmı komşu ülkelere hicret etti, bir kısmı ise bu orduya katılıp esed ve baas rejimine karşı silahlı mücadele başlattı.
tam bu noktada bir tercih yapılması gerekiyordu. hakları ve özgürlükleri için mücadele eden halk mı? yoksa babasından miras kalan iktidarını korumak için sivil halkı katleden diktatör mü? bu soruya herkes, her devlet, her parti, her birey haysiyetini ve karakterini yansıtan bir cevap verdi. bugün neyin ne olduğu, kimin ne olduğu ayan beyan ortadadır.
toparlayalım:
"kardeşim esad", "katil esed" oldu, doğru. lakin biz yapmadık kendi tercihleri ve eylemleri ile oldu. yüzbinlerce insanı, onbinlerce çocuğu öldürdü de oldu. kimyasal silah kullandı da oldu. hapiste insanları açlıktan öldürerek oldu. türkiye elinden geldiğince katil esede dönüşmesini engellemek istedi, sürekli olarak halkın taleplerine kulak vermesini, demokratik reformlar yapmasını telkin etti.
türkiye, rusya'nın veya iran'ın yaptığı gibi masum halkı görmezden gelip katil rejimi destekleseydi bugün suriye'ye milyarlarca dolarlık mal satıyor, karşılığında ucuz petrol alıyor olurduk. ekonomik olarak çok çılgın karlar elde edebilirdik. milyonlarca mülteci kapımıza dayanamazdı zira muhtemelen hepsi toprağın altında olurdu.
beşar'ın nusayri olduğunu yeni keşfetmiş de o yüzden kendisine düşman olmuş da değiliz. "kardeşim esad" döneminde de biliyorduk. bu iftiraya da bir son verilse yeridir.