muzun lüks olduğu yıllar

1 /
jamesford jamesford
bizler elmayla portakalla büyümüş bir nesiliz, en afilli yediğimiz meyve kirazdı, o da anca yazları. ananas, hisdistan cevizi, mango falan o yıllarda kelime dağarcığımızda bile yoktu.

bir gün amcam elinde bir poşet muzla gelmişti bize, daha çocuktum, okula bile gitmiyordum, ilk o zaman onun zengin olduğunu anlamıştım,ona ve muza büyülenmiş gözlerle bakıyordum, eminim yüzümde eşsek kadar bir sırıtış vardı çünkü annemin, oğlum şımarma dediğini hatırlıyorum. annemin muzu mutfakta bizim hiç de afilli olmayan portakal ve elmalarla birlikte kesip tabakta getirdiğini görünce ağlamaklı olmuştum, muzun o sarı kabuğunu soyup keyfini çıkara çıkara yavaş yavaş yemek istiyordum, tabaktaki şey hiçte havalı durmuyordu, annem tabağı uzattığında banane dedim, aynı şeyi galleriadaki garson dondurmayı külahta değilde kasede getirdiğinde de yapmıştım, o zaman da amcam bizi dönemin ilk avm si olan galleria ya götürmüştü. annem neden istemiyorsun diye sorduğunda, bunun kabuğu yok dedim, annemin babama ve amcama bakıp gülümsediğini hatırlıyorum ve sonra mutfağa gidip soyulmamış olan muzu getirdiğini, muzu tam 10 dakika yememiştim, tabi evde olanlar benim mutluluğumun farkında bile değildi, bir çocuk için büyük bir şeydi o zamanlar sarı kabuklu muz, şimdi çocukları öyle heyecanlandıran bir meyve var mıdır bilmiyorum.
psikolojikmen psikolojikmen
bireyi insan yapan değerlerin yıllar içinde nereden nereye geldiğine şahitlik etmemizi sağlayan yıllardır.
alan olur; alamayan olur diye sokakta yenilmezdi bir de meyve tarzı şeyler. ayıptı sokakta yiyecek yemek.
maszn maszn
muz; muzgillerden, sıcak bölgelerde yetişen, tek çenekli, çok yıllık bitki, bitkinin meyvesi.
lüks; giyimde, eşyada, harcamada aşırı gitme alayiş, şatafat, gösteriş, caka. gerekli olanın sınırlarını aşan. fr. luxe kelimesinden devşirme.
lüks; fr. lux kelimesinden türemiş, aydınlatma ölçü birimi, kısaltılmış hali lx. aydınlatma aracı
yıl(lar); yer yuvarlağının güneş etrafında bir tur yapabilmesi için gerekli ve 365 gün 5 saat 49 dakika ile ifade edilen zaman.

güney illerinde doğup büyüyenler için, bir vakitler sevilen ama efsane olmayan meyve.
gel zaman git zaman, güneyin turizme iyice açıldığı yıllar, önce çok sık rastlanan muz bahçeleri nasibini aldı yıkımdan, muzun yerinde yeller eserken, yele karşı lüks apart villalar.
dolaşıyordum bir gün antalyanın pazarında, hevenk hevenk muz ama nasıl muz, anamurun mütevazı tanesinden üç kerre neredeyse. ne iş dedim bu aga, dedi çikita, özalın muzları bunlar. dedim anamur taşındı mı bu diyardan, pazarcı arkadaş anladı, sırıttı.
progenitor progenitor
tadı olduğu zamanlardır. az önce yediğim şey origami ve türlü teknikler kullanılarak samandan devşirilmiş muz görünümlü tuhaf, tatsız bir yaratıktı çünkü.
kırgın pijama kırgın pijama
muzun iki kardeş tarafından bölüşülüp, ikisinin de biraz daha büyük olan parçada gözü kaldığı, yine de diğerine büyük parçayı ısrarla teklif ettiği yıllar. yerken içlerine dert olup, 5 dakika sonra unutulur.
küçükeliolanbayanyazar küçükeliolanbayanyazar
hey gidi günler hey dedirten yıllardır. annem sırf biz daha iyi beslenelim diye ayda birkaç kere babama aldırırdı . babam da eve getirdiği zaman sanki bir yerlerde hazine bulmuşcasına sevinirdik . anneannemler bazen babamı yolda görürlerdi ve elindeki poşette ne olduğunu tahmin etmek zor değildi. ailede adımız çıkmıştı çünkü "çikita muz" ailesi diye. tabi o zamanlar o marka ünlüydü benim hatırladığım kadarıyla.
selam sana 1453 selam sana 1453
çikita aile bütçesini sarsan bir üründü sadece bakılır ve iç geçirilirdi çocuklardan biri eğer muz yemişse diğer çocuklara anlatırdı ben muz yedim diye onlarda tadı neye benziyor güzelmiydi vs şekilde yorum yaparlardı
nosceteipsum nosceteipsum
kuzenlerimle yerken:

+ şimdi bundan bir kilo daha olsa tek başıma bitirirdim.
- ben bir kasa yerdim asıl.
+ ohooo ben bu oda dolusu muz olsa hepsini yerdim!

diye laf yarışlarına girdimiz yıllardı.
air france air france
muz orta yapmanın bile zor olduğu yıllardı. ne zaman kavisli bi orta görsek canımız muz çekerdi. elin afrikalısı muz kabuğu ile poposunu silerken biz ayda yılda bir görürdük o muzu.

derken kimi tatilcilerin canı sıkıldı. otel ve tesis sahipleri bu şımarık kesimi mutlu edebilmek için bişeyler yapmak zorundaydı. ee tatile gelmiş insanlara muz orta yaptıramayacaklarına göre o zaman muza binsinler de görsünler ebelerinin köşe gönderini diyerek bi icat çıkardı pezevenkler. evet burjuvazi yine galip geldi. derken bişey oldu. tatil muzu hadisesinden sonra insanlar biraz daha sık muz yemeye başladı. muzun tüm karizması sarsılmıştı.

bu kez muza elini atan modacı tayfa oldu. kadınlar giyinsin biz de para kazanalım be yaaa diyerek bi çorap icat ettiler. küçükken çok az muz yemiş olacaklar ki intikam almak için adını da muz çorap koydular. her kız her kadın muz çorap diye tutturdu. iyi de oldu. bu grogi durumdaki muz enflasyonuna son darbeyi de indirdi ve herkes her ev ishal olana kadar muz yedi.

işte muz işte muzo
hasanefe hasanefe
i̇lk okulda muzun yasaklandığı yıllardı. biz de o psikolojiyle yasak olarak okula muz getirip yiyenlere zengin gözüyle bakıp saygı duyardık ne yıllardı be
gavriloviç gavriloviç
daha küçüktük tabi o zamanlar. bütün kışı paso elma ve portakalla geçirdikten sonra o pazar poşetinde 6 tane muzu görmek ne büyük bir sevinçti anlatamam. bir geceliğine de olsa mandalinanın, elmanın pabucu dama atılırdı. o muz, büyük bir itinayla soyulur, ilk ısırık daima küçük olur sonra, mutlak sona gelindiğinde de muzun tadı değişirdi. ben bazen ileri gidip, kabuklarından biraz biraz liflerini de çıkarıp yerdim. ertesi gece portakala talim tabi.
edit: muz eskisi kadar olmasa da hala bir lükstür benim için.
1 /