atilla atalay'ın 1994 yılında çıkardığı kitaba ismini veren mükemmel kelimesinin yanında az kalacağı türden bir masaldır.
öpücük balığı

#1913704 ·
· 47
biraz masal biraz gerçek. hem masal kadar fantastik, hem gerçek kadar acımasız. içinde herkesin kendinden parça bulabileceği bir hikaye.

#2532347 ·
· 365
insanın içine bir yumru bırakan, enfes atilla atalay öyküsü...
-------- spoiler --------
öpücük balığı
i̇şe telefon açıp, gelirken buğday al dedi. naapıcan buğdayı kızım diye sormadım.. söylemezdi ki.. dünyanın en sevimli delisiydi.. o öyle biriydi işte. küçücük giz dolu oyunlar başlatırdı. ne buğdayı, naapıcak acaba, nereden alıcam ben şimdi..
merak etmeye başladığım anda kendimi çoktan oyunun içinde bulurdum.. evet, oyun başlamıştı. savaşa buğday almam lazım, nerde satılır diye sordum..
-haa?
-buğday
-eee, nolucak buğday?
-hiç.. tavuk buldum da bi tane.. buğday veriyim diyorum..
-sittir lan..
ciddi miyim diye gözlerime baktı.. ben de çok ciddi baktım..
-gültepede bir civcivci var ama.. buğday satar mı bilmem.. daha çok suni yem olur onlarda..
-yok, suni yem olmaz, buğday lazım.. yumurtanın sarısı doğal renginde olmuyo o suni şeylerle.. pis bi rengi oluyo.. en iyisi buğday..
-ha bi de yumurtluyo.. harbi tavuk yani, ciddi bi tavuk kimliğine sahip.. bir ara ben de besledim.. spenç tavuğu diyorlar.. tam yumurta tavuğuydu.. bazıları et tavuğu oluyor ya, pek yumurtlamaz onlar.. bak ne diycem, esas darı sever hayvan.. çift sarı çıkarır.. darı al sen ona..
oyun böyle bir şeydi işte.. o başlatırdı.. hayatınıza aniden buğday, darı, tavuk, yumurta ve size yedi kafayı diye bakan bir sürü insan girerdi.. komik, sürükleyen, ama paylaşılan giz nedeniyle bir o kadar da heyecanlı bir oyun...
büroda durduk yere başlattığım tavuk geyiğine daha fazla dayanamadığımdan, buğday bulmak üzere çıktım. buğday.. noolcak acaba.. kuruyemişçilerde var mıdır?
-keşkeklik mi? aşureye falan mı katçaanız?
-ne?
-buğday sormadın mı?
-ha evet, olabilir..
-sonunu dün sattım..yok..
hıyar kuruyemişçi! lan madem yok, niye aşure mi keşkek mi car car ediyorsun.. sana ne.. bu millet de bi tuhaf ha.. buğday var mı, var.. ya da yok. bitti, bu kadar.. sana ne ne olacağından. az kaldı özel hayatıma giriyordu herif.. hem bir tarım ülkesinde buğday bulmak bu kadar zor mu olur kardeşim.. sinirleniyorum ama.. hani lan bu ülke bir tahıl ambarıydı.. adam başı buğday olması lazım.. kendi kendime gülüyorum.. biliyorum, o da gülecek.. gülücez.. öpücem sonra.. sonra, sonra.. noolcaksa o buğdaylar..
mısırçarşısına gidiyorum, oradaki baharatçılarda kesin vardır.. bu arada, kendimi gerçekten tavuk gibi hissetmeye başladım.. buğday arayan acıkmış bir tavuk.. bık bık bık. bıdaaak.. aslında içimde garip bir mutluluk var. her şeyi birden unutup bir avuç buğday için i̇stanbulu dolaşıyor olmak içten içe hoşuma gidiyor. onu bu yüzden seviyorum galiba. bana da sıçrayan bir tılsımı var.. her şey bombok giderken, nooluyosa bir şey oluyor.. onun yarattığı illüzyona dalıp oyun oynuyorum.. çocukmuşuz biz.. o, mısır saçlı, habire sümüğünü çeken afacan bir kız, ben dizleri yara içinde haşarı bi velet.. dünyanın zillerini çalıp, vınnn kaçıyoruz.
şimdi ne kadar alıcam ki ben buğdaydan.. bir kilo yeter mi acaba? evde tarım yapıcak diil ya, yeter herhalde.. anlarmış gibi buğdayları karıştırırken yakaladım kendimi, iyisini seçicem sanki.. neyse, aldık işte.. bir kilo buğdayımız oldu. yanında bir tane de ufak rakı. manyağım lan ben.. bariz manyağım..
geldi mi buğday diye sordu. gözleri ışık ışık.. meraktan çatlıyorum ama, belli etmeden ıhı diye torbayı uzattım. cadı! aldı torbayı masanın üstüne koydu. ne olacak şimdi bu buğday? sormayacağım ama.. naaptın dedi.. elinin körü.. saatlerdir buğday arıyoruz herhalde.. toprak mahsülleri ofisine gittim canım. taban fiyattan destekleme alımı yaptım.. gülüyor. her şey o gülsün diye zaten.. bence onun kadar güzel gülebilen yoktur. ama bu gerçek yani. çok gülen insan gördüm ben. i̇şim gereği. hakkaten bakın, ben bu konuda otorite sayılırım. ben sizinle geyik çevirirken o kayboldu. birazdan, elinde bembeyaz bir güvercin. bak şimdi dedi; bu senin dilek güvercinin.. ona avucundan buğday yedireceksin, sonra gagasından öpeceksin ve bir dilek tutup gökyüzüne bırakacaksın.
dedim ya, tılsımı var onun. aniden güvercin de çıkarır, tutup yaşamınızı bi saniyede masala çevirir.. bitmesin istersiniz.. bitmesin diye dilek tutup güvercini gagasından öptüm. balkona çıktık sonra. pıt pıt kanat sesi.. pıt pıt iki çocuğun yüreği.. balkona yıldız tozları mı yağdı? çok mu güldük.. peki çok gülmek iyi midir gerçekten.. ağlar mı sonra insan.. babaannem deli fadimenin dediği gibi dünyanın düz murâdı yok mu.. çok muhabbet tez ayrılıkmı peki.. noolur öyle diilmiş olsun. noolur bitmesin.. pıt pıt.. yüreğim.. gece.. yemin ederim, yıldız tozu yağıyor..
ertesi sabah kadriye oldu.. espiri olsun diye bahar temizliğine girişti. kadriye.. onun masal kahramanlarından biri. söylediğim gibi, yaşam bir oyun onun için. gerçekle dalga geçer hep, sevmez sanki.. i̇lk kadriye olduğunda yeni tanışmıştık.. yine işe telefon edip yufka ve çökelek istemişti. buğday gibi değil, onları daha kolay buldum ve eve gittim. kapıyı çaldığımda yeri siliyordu. ayağını çıkar kocacım dedi, yeni sildim. çok güldüm. yufkayla çökelekten yanmaz tavada sana böreği yaptı, yedik. sonra eline bir tığ alıp dantel örüyormuş gibi yapmaya başladı. delirdi diye baktım. saçlarına bigudi tuttururken naapıyosun yaa diye sordum. nooluyo kızım.. garfield gibi gözlerime baktı. yarın eltimgil gelecek dedi. sonra güldü. nasıl güldüğünü biliyorsunuz. o gün bana annesi gibi olmuştu. ya da benim annem gibi. oynuyordu. başka bir şey. herkesin gerçek diye bildiği şey, onun için sonuna kadar sahte ve saçmaydı. komikti ama, ürkütücüydü. yani hep oynanamazdı ki.. eninde sonunda hayat bööle bişeydi işte.yoksa değil miydi.. o kadriye olup çekirdek aileyle dalga geçmeye başlayınca ben de rolümü aldım. fehmi diye bir herif oluyordum. çizgili pijamamı ayağıma geçirdiğim gibi biraları içip televizyon karşısında pıt pıt zapping yapıyordum. gülüyorduk sonra. kadriye ve fehmi çekirdek rolünden çıkıp biz oluyorduk. pıt pıt, iki çocuk yüreği..
onun masal kahramanları bir tane değildi ki.. bazen müge ile furkan olurduk. aslında onlar bizim arkadaşımızdı. ama o, onların ilişkisini sahte ve anlamsız bulurdu. kola alır gibi işte, birbirlerini ve herşeyi tüketiyorlar. müge olduğu zaman eskeype gidelim mi, trafoya zıplayalım mı diye sorardı. ama asla gitmezdik. onun dünyasından çıkamazdım. ben çıkmak ister miydim peki? o zamanlar bu soruyu kendime hiç sormadım. o, dışarıdakileri öyle iyi biliyor ve anlatıyordu ki, ara sıra dışarı kaçtığımda bile onunla oyun oynuyormuşuz, o bana gerçeğin masalını anlatıyormuş gibi olurdum..
ha bir de, en önemlisi öpücük balığı vardı.. onun en yalın ve samimi hali. ben öpücük balığıymışım deyip yanağıma bin tane masum öpücük konduruyor, dakikalarca pıt pıt pıt öpüyordu. öpücük balığı, öpücük balığı, pıt pıt pıt..
masallar biter mi, biter işte. arasına reklam girecektir, güzellik maskesi takılacaktır, savaş vardır, birileri öldürülecektir, birini kör bırakacaksınızdır, birinin yüreğini söküp atacaksınızdır.. zehirlenecek denizler, ağlatılacak çocuklar.. i̇şiniz vardır yani, öyle önemli, öyle vazgeçilmezdir ki..
bir gün bana gitme dedi.. ama hep öyle derdi.. yelkovan dokuzun üstüne gelinceye dek.. bu şarkıdan iki şarkı sonra.. hiçbir keresinde bırakmazdı beni. i̇yi, tamam, oynadık, bitti. dönüşte yine oynarız.. dinlemezdi.. bak şimdi bu çerez tabağını dökücez; leblebiler saatmiş, üzümler dakika, fındıklar günmüş ama.. sayalım, o kadar sonra git.. pazarlık ederdim. fındık gün diilmiş, leblebi saat.. ona tamam. peki derdi. sonra aniden nereden bulduğunu bilmediğim tek şamfıstığını çıkarıp peki bu yılmış, yıl olsun derdi. yüzyılmış tamam mı, ölüm gelinceye kadarmış..
üzümleri, leblebileri falan sayardık sonra. tek şamfıstık, o yüzyıldı.. o ölümün geldiği zamandı. onu pek tartışmazdık. onu açar, yarısını yer, yarısını bana yedirirdi. sonra, sonra o öpücük balığı ve ayrılık..
ben gidiyim dedim.. sesi boğuktu.. gitme dedi.. ama söyledim. hep öyle derdi.. giderdim sonra. döndüğümde oradaydı, bilirdim. yine gitme derdi..
gitme dedi.. gözlerinde yaş tomurcukları, birazdan duracak dünyalar, sanki hepimiz ölücez. bu kez gitme..
gitmesem olur sanki.. ama bunun sonu yok ki dedim.. yok işte salak dedi.. hep sonunu istiyorsun. sonu, bittiği yer, tükendiğim zaman.. yerine yenisini tüketmeye başlayacağın zaman.. bu kez gitme işte.. gitme..
karşısında bir çocuk gibi duruyorum.. i̇çimden bir çocuk o duvarı tırmanıp aşmaya çalışıyor ama olmuyor.. birileri yıllarca ördü o duvarı.. annem koydu bir tuğla, sonra babam.. dayım, öğretmenim, komutanım, patronum, radyom, televizyonum.. gidicem ben, işim var işim.. çıkıp sokak kedilerini tekmeliycem, yalan söyliycem, rakı içicem.. hasana borcum var.. tarıkla sözleştik, kaçıcaz hafta sonu, karı bulmuş.. i̇lknur iş arıyo sonra.. resmen iş istiyo işte, aramıştır.. onun yeri ayrı ama i̇lknur da fena değil şimdi.. i̇şim var.. i̇şim..
gidiyim ben dedim.. bu kez gözleriyle gitme dedi.. ben de ona gözlerim sana mı kaldı gibisinden baktım.. tek mi sana kısmet olacak sanıyorsun benim çivileyen bakışlarım.. i̇şi var gözlerimin. kritik pozisyonlara bakıcam, topa konsantre olucam, top secretı izliycem, günlük kuru yakından takip edicem.. i̇lknurun kalçalarına bakıcam.. mtvnin klipleri, savaşlar, siyah-beyaz yerli filmler.. i̇şi var gözlerimin..
sonra yıldırımlar çaktı.. hiç susmadım.. hayat masal mıydı yani?.. dışarıda millet birbirinin gözünü oyarken, biz burada yanak yanağa.. noolcaktı yani.. leblebiden saat olur mu.. vakit denen nanenin ne demeye geldiğini herkes biliyor artık.. i̇yi.. pıt pıt pıt öpüşelim, sen beni seviyormuşsun, ben seni çok.. ee, anangil oturma odası takımını erkek tarafı alsın dediğinde ne bok yiyecez peki? öpücük balığını mı satacağız.. nefes nefese sustum..
dışarıdakiler dedi.. dışarıdakiler, bunu beceremez işte.. öpücük balığını kimse alıp satamaz.. sen bile.. diyelim ki öyküsünü yazdın, beş para etmez..
***
bir varmıştı, şimdi bir yokmuş..
nevizade sokağındayız, yol boyu meyhane.. masanın altından i̇lknurun elini tutuyorum.. dördüncü kadehten sonra sayamaz oldum rakıları. bir çingene, yanındaki masaya keman çalıp haykırıyor dönülmeyyz akşamıyyn ufuğuğun daiiz, vakiyyt çook geyç artık.. elini darbukaya röntgen filminde her patlattığında gözümün önünde bi dudağı gökte bi dudağı yerde masal devleri görüyorum.. gümm! dev.. güm! lamba cini.. güm! haramiler..
kocaman bir davulun üstünde küçük bir şey kırıntıları dökmüşler gibi, belki öpücük balığının yemleri onlar.. hani onun en yalın ve sevimli hali gibi.. gümm!.. zıplıyor hepsi, gümm zıplıyor her şey.. i̇lknurun göğüsleri kliplerdeki gibi havalanıp zıplıyor.. uçuşup tekrar yerine düşüyor, tabaklar, yıldızlar, sigaram.. canım yanıyor.. sonra pıt pıt pıt.. darbukaya üç parmak darbesi vuruyor çingene.. masalların sonunda gökten teklifsizce düşen üç elma bunlar.. ben görüyorum, i̇lknur görmüyor, kimse görmüyor..
müzik bitti.. i̇lknur bir şeye gülüyor.. masanın yanı başında, tuhaf, simsiyah gözlüklü, başı sımsıkı bağlı bir kadın var.. o hep var nevizade sokağında.. elinde kocaman bir çerez kavanozu, sormadan, avucundaki çay bardağını kavanoza daldırıp, bardak dolusu kuruyemişi masamıza boşaltıyor.. cebimden para bulup kadına uzatıyorum.. aklımda zamanın en acı tadı.. peki kaç leblebi var bunun içinde teyze diye soruyorum.. kadının suratını yıllar bıçaklamış, sesinde hırıl hırıl alaycı bir öfke; manyak mısın sen koçum? diyor.. i̇lknur gülüyor, benim gözüme üç elma kaçtı, masalların kötü kalpli cadısı avucumdaki parayı yolarcasına kapıp yan masaya seğirtiyor..
az önce bir masal bitti, kimse bilmiyor.. öpücük balığı bir iskelede, güneş altında çırpınıyor.. i̇lknurun gözlerinin işi var, benim yüreğim kovulmayı çoktan hak etmiş, boşta gezer.. uzaklarda bir çocuk, uyuyakalmış ninesini sarsıp bana masal anlat diye ağlıyor..
diyelim ki öyküsünü yazdım, beş para etmiyor..
------- spoiler ------
-------- spoiler --------
öpücük balığı
i̇şe telefon açıp, gelirken buğday al dedi. naapıcan buğdayı kızım diye sormadım.. söylemezdi ki.. dünyanın en sevimli delisiydi.. o öyle biriydi işte. küçücük giz dolu oyunlar başlatırdı. ne buğdayı, naapıcak acaba, nereden alıcam ben şimdi..
merak etmeye başladığım anda kendimi çoktan oyunun içinde bulurdum.. evet, oyun başlamıştı. savaşa buğday almam lazım, nerde satılır diye sordum..
-haa?
-buğday
-eee, nolucak buğday?
-hiç.. tavuk buldum da bi tane.. buğday veriyim diyorum..
-sittir lan..
ciddi miyim diye gözlerime baktı.. ben de çok ciddi baktım..
-gültepede bir civcivci var ama.. buğday satar mı bilmem.. daha çok suni yem olur onlarda..
-yok, suni yem olmaz, buğday lazım.. yumurtanın sarısı doğal renginde olmuyo o suni şeylerle.. pis bi rengi oluyo.. en iyisi buğday..
-ha bi de yumurtluyo.. harbi tavuk yani, ciddi bi tavuk kimliğine sahip.. bir ara ben de besledim.. spenç tavuğu diyorlar.. tam yumurta tavuğuydu.. bazıları et tavuğu oluyor ya, pek yumurtlamaz onlar.. bak ne diycem, esas darı sever hayvan.. çift sarı çıkarır.. darı al sen ona..
oyun böyle bir şeydi işte.. o başlatırdı.. hayatınıza aniden buğday, darı, tavuk, yumurta ve size yedi kafayı diye bakan bir sürü insan girerdi.. komik, sürükleyen, ama paylaşılan giz nedeniyle bir o kadar da heyecanlı bir oyun...
büroda durduk yere başlattığım tavuk geyiğine daha fazla dayanamadığımdan, buğday bulmak üzere çıktım. buğday.. noolcak acaba.. kuruyemişçilerde var mıdır?
-keşkeklik mi? aşureye falan mı katçaanız?
-ne?
-buğday sormadın mı?
-ha evet, olabilir..
-sonunu dün sattım..yok..
hıyar kuruyemişçi! lan madem yok, niye aşure mi keşkek mi car car ediyorsun.. sana ne.. bu millet de bi tuhaf ha.. buğday var mı, var.. ya da yok. bitti, bu kadar.. sana ne ne olacağından. az kaldı özel hayatıma giriyordu herif.. hem bir tarım ülkesinde buğday bulmak bu kadar zor mu olur kardeşim.. sinirleniyorum ama.. hani lan bu ülke bir tahıl ambarıydı.. adam başı buğday olması lazım.. kendi kendime gülüyorum.. biliyorum, o da gülecek.. gülücez.. öpücem sonra.. sonra, sonra.. noolcaksa o buğdaylar..
mısırçarşısına gidiyorum, oradaki baharatçılarda kesin vardır.. bu arada, kendimi gerçekten tavuk gibi hissetmeye başladım.. buğday arayan acıkmış bir tavuk.. bık bık bık. bıdaaak.. aslında içimde garip bir mutluluk var. her şeyi birden unutup bir avuç buğday için i̇stanbulu dolaşıyor olmak içten içe hoşuma gidiyor. onu bu yüzden seviyorum galiba. bana da sıçrayan bir tılsımı var.. her şey bombok giderken, nooluyosa bir şey oluyor.. onun yarattığı illüzyona dalıp oyun oynuyorum.. çocukmuşuz biz.. o, mısır saçlı, habire sümüğünü çeken afacan bir kız, ben dizleri yara içinde haşarı bi velet.. dünyanın zillerini çalıp, vınnn kaçıyoruz.
şimdi ne kadar alıcam ki ben buğdaydan.. bir kilo yeter mi acaba? evde tarım yapıcak diil ya, yeter herhalde.. anlarmış gibi buğdayları karıştırırken yakaladım kendimi, iyisini seçicem sanki.. neyse, aldık işte.. bir kilo buğdayımız oldu. yanında bir tane de ufak rakı. manyağım lan ben.. bariz manyağım..
geldi mi buğday diye sordu. gözleri ışık ışık.. meraktan çatlıyorum ama, belli etmeden ıhı diye torbayı uzattım. cadı! aldı torbayı masanın üstüne koydu. ne olacak şimdi bu buğday? sormayacağım ama.. naaptın dedi.. elinin körü.. saatlerdir buğday arıyoruz herhalde.. toprak mahsülleri ofisine gittim canım. taban fiyattan destekleme alımı yaptım.. gülüyor. her şey o gülsün diye zaten.. bence onun kadar güzel gülebilen yoktur. ama bu gerçek yani. çok gülen insan gördüm ben. i̇şim gereği. hakkaten bakın, ben bu konuda otorite sayılırım. ben sizinle geyik çevirirken o kayboldu. birazdan, elinde bembeyaz bir güvercin. bak şimdi dedi; bu senin dilek güvercinin.. ona avucundan buğday yedireceksin, sonra gagasından öpeceksin ve bir dilek tutup gökyüzüne bırakacaksın.
dedim ya, tılsımı var onun. aniden güvercin de çıkarır, tutup yaşamınızı bi saniyede masala çevirir.. bitmesin istersiniz.. bitmesin diye dilek tutup güvercini gagasından öptüm. balkona çıktık sonra. pıt pıt kanat sesi.. pıt pıt iki çocuğun yüreği.. balkona yıldız tozları mı yağdı? çok mu güldük.. peki çok gülmek iyi midir gerçekten.. ağlar mı sonra insan.. babaannem deli fadimenin dediği gibi dünyanın düz murâdı yok mu.. çok muhabbet tez ayrılıkmı peki.. noolur öyle diilmiş olsun. noolur bitmesin.. pıt pıt.. yüreğim.. gece.. yemin ederim, yıldız tozu yağıyor..
ertesi sabah kadriye oldu.. espiri olsun diye bahar temizliğine girişti. kadriye.. onun masal kahramanlarından biri. söylediğim gibi, yaşam bir oyun onun için. gerçekle dalga geçer hep, sevmez sanki.. i̇lk kadriye olduğunda yeni tanışmıştık.. yine işe telefon edip yufka ve çökelek istemişti. buğday gibi değil, onları daha kolay buldum ve eve gittim. kapıyı çaldığımda yeri siliyordu. ayağını çıkar kocacım dedi, yeni sildim. çok güldüm. yufkayla çökelekten yanmaz tavada sana böreği yaptı, yedik. sonra eline bir tığ alıp dantel örüyormuş gibi yapmaya başladı. delirdi diye baktım. saçlarına bigudi tuttururken naapıyosun yaa diye sordum. nooluyo kızım.. garfield gibi gözlerime baktı. yarın eltimgil gelecek dedi. sonra güldü. nasıl güldüğünü biliyorsunuz. o gün bana annesi gibi olmuştu. ya da benim annem gibi. oynuyordu. başka bir şey. herkesin gerçek diye bildiği şey, onun için sonuna kadar sahte ve saçmaydı. komikti ama, ürkütücüydü. yani hep oynanamazdı ki.. eninde sonunda hayat bööle bişeydi işte.yoksa değil miydi.. o kadriye olup çekirdek aileyle dalga geçmeye başlayınca ben de rolümü aldım. fehmi diye bir herif oluyordum. çizgili pijamamı ayağıma geçirdiğim gibi biraları içip televizyon karşısında pıt pıt zapping yapıyordum. gülüyorduk sonra. kadriye ve fehmi çekirdek rolünden çıkıp biz oluyorduk. pıt pıt, iki çocuk yüreği..
onun masal kahramanları bir tane değildi ki.. bazen müge ile furkan olurduk. aslında onlar bizim arkadaşımızdı. ama o, onların ilişkisini sahte ve anlamsız bulurdu. kola alır gibi işte, birbirlerini ve herşeyi tüketiyorlar. müge olduğu zaman eskeype gidelim mi, trafoya zıplayalım mı diye sorardı. ama asla gitmezdik. onun dünyasından çıkamazdım. ben çıkmak ister miydim peki? o zamanlar bu soruyu kendime hiç sormadım. o, dışarıdakileri öyle iyi biliyor ve anlatıyordu ki, ara sıra dışarı kaçtığımda bile onunla oyun oynuyormuşuz, o bana gerçeğin masalını anlatıyormuş gibi olurdum..
ha bir de, en önemlisi öpücük balığı vardı.. onun en yalın ve samimi hali. ben öpücük balığıymışım deyip yanağıma bin tane masum öpücük konduruyor, dakikalarca pıt pıt pıt öpüyordu. öpücük balığı, öpücük balığı, pıt pıt pıt..
masallar biter mi, biter işte. arasına reklam girecektir, güzellik maskesi takılacaktır, savaş vardır, birileri öldürülecektir, birini kör bırakacaksınızdır, birinin yüreğini söküp atacaksınızdır.. zehirlenecek denizler, ağlatılacak çocuklar.. i̇şiniz vardır yani, öyle önemli, öyle vazgeçilmezdir ki..
bir gün bana gitme dedi.. ama hep öyle derdi.. yelkovan dokuzun üstüne gelinceye dek.. bu şarkıdan iki şarkı sonra.. hiçbir keresinde bırakmazdı beni. i̇yi, tamam, oynadık, bitti. dönüşte yine oynarız.. dinlemezdi.. bak şimdi bu çerez tabağını dökücez; leblebiler saatmiş, üzümler dakika, fındıklar günmüş ama.. sayalım, o kadar sonra git.. pazarlık ederdim. fındık gün diilmiş, leblebi saat.. ona tamam. peki derdi. sonra aniden nereden bulduğunu bilmediğim tek şamfıstığını çıkarıp peki bu yılmış, yıl olsun derdi. yüzyılmış tamam mı, ölüm gelinceye kadarmış..
üzümleri, leblebileri falan sayardık sonra. tek şamfıstık, o yüzyıldı.. o ölümün geldiği zamandı. onu pek tartışmazdık. onu açar, yarısını yer, yarısını bana yedirirdi. sonra, sonra o öpücük balığı ve ayrılık..
ben gidiyim dedim.. sesi boğuktu.. gitme dedi.. ama söyledim. hep öyle derdi.. giderdim sonra. döndüğümde oradaydı, bilirdim. yine gitme derdi..
gitme dedi.. gözlerinde yaş tomurcukları, birazdan duracak dünyalar, sanki hepimiz ölücez. bu kez gitme..
gitmesem olur sanki.. ama bunun sonu yok ki dedim.. yok işte salak dedi.. hep sonunu istiyorsun. sonu, bittiği yer, tükendiğim zaman.. yerine yenisini tüketmeye başlayacağın zaman.. bu kez gitme işte.. gitme..
karşısında bir çocuk gibi duruyorum.. i̇çimden bir çocuk o duvarı tırmanıp aşmaya çalışıyor ama olmuyor.. birileri yıllarca ördü o duvarı.. annem koydu bir tuğla, sonra babam.. dayım, öğretmenim, komutanım, patronum, radyom, televizyonum.. gidicem ben, işim var işim.. çıkıp sokak kedilerini tekmeliycem, yalan söyliycem, rakı içicem.. hasana borcum var.. tarıkla sözleştik, kaçıcaz hafta sonu, karı bulmuş.. i̇lknur iş arıyo sonra.. resmen iş istiyo işte, aramıştır.. onun yeri ayrı ama i̇lknur da fena değil şimdi.. i̇şim var.. i̇şim..
gidiyim ben dedim.. bu kez gözleriyle gitme dedi.. ben de ona gözlerim sana mı kaldı gibisinden baktım.. tek mi sana kısmet olacak sanıyorsun benim çivileyen bakışlarım.. i̇şi var gözlerimin. kritik pozisyonlara bakıcam, topa konsantre olucam, top secretı izliycem, günlük kuru yakından takip edicem.. i̇lknurun kalçalarına bakıcam.. mtvnin klipleri, savaşlar, siyah-beyaz yerli filmler.. i̇şi var gözlerimin..
sonra yıldırımlar çaktı.. hiç susmadım.. hayat masal mıydı yani?.. dışarıda millet birbirinin gözünü oyarken, biz burada yanak yanağa.. noolcaktı yani.. leblebiden saat olur mu.. vakit denen nanenin ne demeye geldiğini herkes biliyor artık.. i̇yi.. pıt pıt pıt öpüşelim, sen beni seviyormuşsun, ben seni çok.. ee, anangil oturma odası takımını erkek tarafı alsın dediğinde ne bok yiyecez peki? öpücük balığını mı satacağız.. nefes nefese sustum..
dışarıdakiler dedi.. dışarıdakiler, bunu beceremez işte.. öpücük balığını kimse alıp satamaz.. sen bile.. diyelim ki öyküsünü yazdın, beş para etmez..
***
bir varmıştı, şimdi bir yokmuş..
nevizade sokağındayız, yol boyu meyhane.. masanın altından i̇lknurun elini tutuyorum.. dördüncü kadehten sonra sayamaz oldum rakıları. bir çingene, yanındaki masaya keman çalıp haykırıyor dönülmeyyz akşamıyyn ufuğuğun daiiz, vakiyyt çook geyç artık.. elini darbukaya röntgen filminde her patlattığında gözümün önünde bi dudağı gökte bi dudağı yerde masal devleri görüyorum.. gümm! dev.. güm! lamba cini.. güm! haramiler..
kocaman bir davulun üstünde küçük bir şey kırıntıları dökmüşler gibi, belki öpücük balığının yemleri onlar.. hani onun en yalın ve sevimli hali gibi.. gümm!.. zıplıyor hepsi, gümm zıplıyor her şey.. i̇lknurun göğüsleri kliplerdeki gibi havalanıp zıplıyor.. uçuşup tekrar yerine düşüyor, tabaklar, yıldızlar, sigaram.. canım yanıyor.. sonra pıt pıt pıt.. darbukaya üç parmak darbesi vuruyor çingene.. masalların sonunda gökten teklifsizce düşen üç elma bunlar.. ben görüyorum, i̇lknur görmüyor, kimse görmüyor..
müzik bitti.. i̇lknur bir şeye gülüyor.. masanın yanı başında, tuhaf, simsiyah gözlüklü, başı sımsıkı bağlı bir kadın var.. o hep var nevizade sokağında.. elinde kocaman bir çerez kavanozu, sormadan, avucundaki çay bardağını kavanoza daldırıp, bardak dolusu kuruyemişi masamıza boşaltıyor.. cebimden para bulup kadına uzatıyorum.. aklımda zamanın en acı tadı.. peki kaç leblebi var bunun içinde teyze diye soruyorum.. kadının suratını yıllar bıçaklamış, sesinde hırıl hırıl alaycı bir öfke; manyak mısın sen koçum? diyor.. i̇lknur gülüyor, benim gözüme üç elma kaçtı, masalların kötü kalpli cadısı avucumdaki parayı yolarcasına kapıp yan masaya seğirtiyor..
az önce bir masal bitti, kimse bilmiyor.. öpücük balığı bir iskelede, güneş altında çırpınıyor.. i̇lknurun gözlerinin işi var, benim yüreğim kovulmayı çoktan hak etmiş, boşta gezer.. uzaklarda bir çocuk, uyuyakalmış ninesini sarsıp bana masal anlat diye ağlıyor..
diyelim ki öyküsünü yazdım, beş para etmiyor..
------- spoiler ------

#8008649 ·
· 57
balukları çok severim. düşünmeyen, ama her şeyi bilen, uçabilen, göz pınarlarında beslenen balıkları. ve en çokta öpücük balığını.
gitmek isteyenlerin, hep gidenlerin, dışarıdakilerin, göz pınarlarında balık besleyenlerin hikayesidir
ve kalanlara ithaftır öpücük balığı.
pıt pıt pıt...
gitmek isteyenlerin, hep gidenlerin, dışarıdakilerin, göz pınarlarında balık besleyenlerin hikayesidir
ve kalanlara ithaftır öpücük balığı.
pıt pıt pıt...

#8120902 ·
· 58
nadir bilinen kıyıda köşede kalmış enfes bir atilla atalay hikayesidir.
.. bir gün bana "gitme" dedi.. ama hep öyle derdi.. "yelkovan dokuzun üstüne gelinceye dek.. bu şarkıdan iki şarkı sonra.." hiçbir keresinde bırakmazdı beni. iyi, tamam, oynadık, bitti. dönüşte yine oynarız.. dinlemezdi.." bak şimdi bu çerez tabağını dökücez; leblebiler saatmiş, üzümler dakika, fındıklar günmüş ama.. sayalım, o kadar sonra git.." pazarlık ederdim. " fındık dün diilmiş, leblebi saat.. ona tamam." " peki " derdi. sonra aniden nereden olduğunu bilmediğim tek şamfıstığını çıkarıp " peki bu yılmış, yıl olsun" derdi. " yüzyılmış tamam mı, ölüm gelinceye kadarmış.." üzümleri leblebileri falan sayardık sonra. tek şamfıstık, o yüzyıldı.. o ölümün geldiği zamandı. onu pek tartışmazdık. onu açar, yarısını yer, yarısını bana yedirirdi. sonra, sonra o öpücük balığı ve ayrılık..
.. bir gün bana "gitme" dedi.. ama hep öyle derdi.. "yelkovan dokuzun üstüne gelinceye dek.. bu şarkıdan iki şarkı sonra.." hiçbir keresinde bırakmazdı beni. iyi, tamam, oynadık, bitti. dönüşte yine oynarız.. dinlemezdi.." bak şimdi bu çerez tabağını dökücez; leblebiler saatmiş, üzümler dakika, fındıklar günmüş ama.. sayalım, o kadar sonra git.." pazarlık ederdim. " fındık dün diilmiş, leblebi saat.. ona tamam." " peki " derdi. sonra aniden nereden olduğunu bilmediğim tek şamfıstığını çıkarıp " peki bu yılmış, yıl olsun" derdi. " yüzyılmış tamam mı, ölüm gelinceye kadarmış.." üzümleri leblebileri falan sayardık sonra. tek şamfıstık, o yüzyıldı.. o ölümün geldiği zamandı. onu pek tartışmazdık. onu açar, yarısını yer, yarısını bana yedirirdi. sonra, sonra o öpücük balığı ve ayrılık..
öykü öyle bir öykü ki, insanın aklına kazınıveriyor işte. temizlik yaparken ortaya çıkan iki şamfıstığına bakıp "bunlar iki kişilik ölünceye kadarmış" diyor insan. günü belki de sırf bu yüzden güzel geçiyor, kim bilir.

#8565523 ·
· 52
kedinizi zehirlemek isterseniz tadından yenmez.
pıt pıt pıt.. diyelim ki öyküsünü yazdım, beş para etmiyor.
her okuduğunuz da aynı şeyi hissetmenize neden olan öykü. o yüzden okuyun.
her okuduğunuz da aynı şeyi hissetmenize neden olan öykü. o yüzden okuyun.

#8802972 ·
· 53
bir öykü en güzel, en acı nasıl biter'in cevabı olan atilla atalay öyküsü: "diyelim ki öyküsünü yazdım, beş para etmiyor..."
güzeldir, hüzünlüdür...
dünya üzerindeki en güzel hikaye.

#10371062 ·
· 42
''az önce bir masal bitti, kimse bilmiyor..'' cümlesi can yakar.
o, mısır saçlı, habire sümüğünü çeken afacan bir kız, ben dizleri yara içinde haşarı bi velet.. dünyanın zillerini çalıp, vınnn kaçıyoruz...
hayatımın hikayesidir. neyse ki ben buldum o' nu. bütün zilleri çalıyoruz. hayatımın en tatlı oyunu. aşktan ölmeyiz di mi?
hayatımın hikayesidir. neyse ki ben buldum o' nu. bütün zilleri çalıyoruz. hayatımın en tatlı oyunu. aşktan ölmeyiz di mi?
işin fena yanı, bu öyküyü biriyle ortak evlatlık edinmek istediğinizde, sahiplenmemekte direnir karşı taraf. son cümlenin ciddiyetini kavrarsınız. bu öykü beş para etmiyor.
her şey bombok giderken, nooluyosa bir şey oluyor.. onun yarattığı illüzyona dalıp oyun oynuyorum.. çocukmuşuz biz.. o, mısır saçlı, habire sümüğünü çeken afacan bir kız, ben dizleri yara içinde haşarı bi velet.. dünyanın zillerini çalıp, vınnn kaçıyoruz.
zaman zaman aklıma gelir. her satırını ezberlemesem de okudukca kalbimin bir köşesine iliştiriyorum onu. arada bir öpücük balığını hatırlatan insanlar çıkıyor karşıma. mutlu oluyorum. hem de bedava.
zaman zaman aklıma gelir. her satırını ezberlemesem de okudukca kalbimin bir köşesine iliştiriyorum onu. arada bir öpücük balığını hatırlatan insanlar çıkıyor karşıma. mutlu oluyorum. hem de bedava.