paterson

püreselleşen patates püreselleşen patates
new jersey eyaletindeki bu şehirde hemen her milletten insan yaşar fakat neredeyse hiç beyaz amerikalı göremezsiniz . bir de main street i vardır ki bu şehrin kuzeyden güneye doğru boylu boyunca uzanan, south paterson civarında bu caddenin üzerinde sıralı dükkanların isimlerinin "yayla pastanesi, istanbul market, ankara erkek kuaförü" şeklinde tezahür ettiği görülür. amerikanın doğu kıyısındaki eyaletlerde yaşayan türklerin hafta sonları bu şehre yemek yemek ve alışveriş yapmak için geldikleri de vakidir.
nothingface nothingface
güzel new jersey eyaletinde uzak durulması gereken tek şehirdir. hemşeri hemşeriyi gurbette ziker cümlesini doğrulayan türklerin yanında araplar ve meksikalılar burayı mesken tutmuştur fakat türk yemekleri, türk gıda ürünleri için gitmeye dötünüz mecburdur.
mrtwilxicu mrtwilxicu
türk imajının neden yurtdışında kötü olduğunun iyi bir göstergesidir paterson. nerede eğitimsiz, cahil, maganda türk varsa toplanmıştır burada. ayrıca abd'de birçok yeri dolaşmama rağmen ne ilginçtır ki yamalı asfalt bir tek burada vardı.
caezarrr caezarrr
bana kalırsa yorucu bir film. belli bir noktadan sonra kısır döngü gibi kalıyor. beklentiyi yüksek tutarak izlediğim filmlerin yarısı böyle oluyor. kötü film değil ama sanki önemli bir şeyler eksik gibi.

uzun eleştiri için şurdan okunabilir :
paterson (adam driver, golshifteh farahani) şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki adam driver'ın kariyeri boyunca sergilediği en etkili performansı bu filmde gerçekleştirmiş. cannes ta çok beğeni... film puanı
dahaneki dahaneki
jarmusch'un yeni filmi. filmde şair otobüs şoförünün bir haftası anlatılır. şoförün birlikte yasadigi kız arkadaşını iranlı sanatçı gülşifte farahani oynuyor.
müthiş sol ayak müthiş sol ayak
çok çok hoşuma giden film.

ana karakterle kendimi özdeşleştirdim. yaşamak istediğim hayat buna çok benzediği için sanırım.

sonradan anladım editi: yönetmen zaten zen ve budizm temaları çokça kullanan biriymiş.
kart horoz kart horoz
uzun süredir bir kısmı new jersey'de geçen bir kurmaca üstüne çalışıyorum; nutley'de bir ev, montclair, rutgers ve njit'te çeşitli akademik düzeylerde eğitim gören üç kişi. ikisinin arabası var ama montclair'deki iki dönemlik bir kurs için geldiğinden arabaya gerek duymuyor, okula otobüsle gidip geliyor. her ne kadar paterson ve nutley arasında sosyokültürel farklılıklar olsa da bu bölgede çalışan belediye otobüslerindeki atmosfer hakkında bir fikir verebilir diye filme şöyle bir göz atayım dedim.

zaten çok sıkıcı olduğuna dair birçok yorum vardı. ben ki ilgi alanlarıma giren kuantum mekaniği, nöroteknoloji, beyin-makine arayüzleri vb. konular yüzünden dostlarımın önerdiği westworld, black mirror gibi dizileri bile ilk birkaç bölümünden sonra sıkıcı bulup izlemeyi bırakmış bir adamım, en sağlam jarmusch severlerin bile sıkıcı bulduğu bu filmi sonuna dek ağzım açık izledim. otobüsün güzergâhı, kimlerin inip bindiği, içinde neler konuşulduğuna şöyle bir bakıp kapatırım diyordum oysa.

bence fantastik bir film. yeterince dikkat edersek sıradan hayatımızda hayranlık uyandırıcı ne kadar güzel, hatta olağanüstü rastlantıların olduğunu anlatıyor. en fantastik kısmı da kahramanımız ulusal tarih parkı'ndaki bankta oturmuş şelaleyi seyrederken, sırf sevdiği şairin yaşadığı mahalleyi görmek için dünyanın öbür ucundan kalkıp paterson'a gelmiş japon'la tanışması ve aralarında geçen diyalog. muhteşemdi.
alvin alvin
posterini duvarıma astığım ilk ve tek film. i̇çinde güzel detaylar barındıran sakin bir hayat, hafif kaçık ama dünyalar tatlısı bir eş, tekdüze bir iş, belirli rutinler. ne mutluluk ne mutsuzluk, duru bir yaşantı.