please please please let me get what i want

1 /
bergerac bergerac
smiths' in anlamları, göndermeleri birbirleri içine geçmiş liriklerinden. isteyen tanrıya serzeniş ya da dua olarak algılayabilir bu sözleri. isteyen sanki yaşadığı hayattan bir an için kurtulan birinin bir an için kendine yukarıdan bakması olarak görür. tüm suçu "hayat şartlarına" atabilir ya da o korkunç riflerle birlikte herşeye ve herkese rağmen tekrar başlamaya çalışır. istemek ve elde etmek arasındaki o çizgide kalbinin pancar motör gibi çarpması ile hayal kırıklığının karın ağrsına neden olması gibi bir o yöne bir bu yöne savrulur bu şarkı.
alik alik
muse da tekrardan yorumlamıştır* bu şarkıyı. muse'un hüzünlü solo ve rifflerde kaydettiği başarıyı göz önüne alırsak bu muhteşem mi muhteşem şarkıya güzel bir yorum olmuştur diyebiliriz belki. gitarın ağlayışları, dinleyeni temsil ediyor sanki.
zinkafnun zinkafnun
dünyanın en kadife ve hatta en güzel sesli adamının* ağzından olmasının yanında, 'bu kez olsun' dileğini en naif biçimde anlattığı için de kalbimde yer etmiş şarkıdır. ancak çok çok kısadır, bendeki kayıt 1 dakika 51 saniye. bu sebeple, bir kere dinlemek yetmeyecektir.

sözleri yazılmamış, şaşkınım. buyrun:

good times for a change
see, the luck i've had can make a good man turn bad

so please please please
let me let me let me
let me get what i want this time

haven't had a dream in a long time
see, the life i've had can make a good man bad

so for once in my life
let me get what i want
lord knows: it would be the first time

(bkz: hani bu sefer tamamdı)
hilde hilde
yıllardır başını 'ulen bir kere olsun güzel günler görelim' şeklinde "good times, for a change" diye algılıyordum, geçen fark ettim ki "bir değişiklik için iyi zamanlar" anlamındaymış, arada virgül yokmuş. benim versiyonum daha iyiydi. ama yine de ben tanrı olsaydım ve biri bana bu sözlerle dua etseydi, dayanamaz ne istiyorsa gerçekleştirirdim valla. sözleri copy paste yaparak yollamak lazım, uzun zamandan beri ilk kez bir şeyin olmasını istiyorum çünkü.
muhlis meydey muhlis meydey


summer ofis içerisinde yürürken, tom çaresizce bu şarkıyı açar, duysun ve "a yine mi the smiths dinliyorsun" desin diye bekler. ama summer durmaz. devam eder.

this is england adlı filmin soundtackindeki coverı insanı bazı şeylere iter. the smiths'ten dinlerken insan yapacak bir şey bulamıyor.

tam yanmayan sigara ciğerleri, tam görememek hayal gücünü, tam olmamış bir sistemde çalışmak beyni yorar, tam duyamamak yanlış anlaşılmalara, tam anlatmamak tanınmamaya, tam dikkat etmemek hata yapmaya sebep olur. su içerken veya bir şey yerken gülmek öksürmeye sebep olur.

tam yaşanamamış her şey insanı yorar. sonra der ki bu yorgun insan; "yorgunum." sevgiyi nefrete dönüştürmeyi beceremez, yarım öfkelerde tökezler. bakarken gülümser. gülümserken bakar. buruk gülümsemeden hiç bahsetmemiştim önceleri. bahsetmeyceğim zaten. kalbim de yarım atıyor artık galiba. "good times for a change"
sahip olduğum şans, iyi bir insanı kötüye çevirir, akıllı insanı delirtir. yani bak bıraktığın yerden yarım devam ediyorum. tam on saniye kalmıştı sana haber vermeme, sen de yarımsın ama. yemin ederim nefeslerim de yarım.

şarkıyı yarım bırakmaktan bıktım. ben bu konuyu da yarım bırakacağım.

"şarap kalmış kadehinde, niye yarım bıraktın?"
zahidem gurbanımov zahidem gurbanımov
kırılmış.

(kır-mak kelimesi yüzümü düşürüyor. ciddiyim. "kır"la başlayan bütün fiiller, fiil kökünden türemiş isimler, sıfatlar ve bilumum dilbigisi terimleri insanı üzüyor, değil mi ama?)

kırılgan değil, kırılmış bir şarkı bu (ki kurduğum şu cümleye "neye?", "kime?" gibi sorular yöneltmek meraklı kişiyi rahatlatıcı cevaplara götürmeyecektir). dinlemeye kıyamıyorsun bu şarkıyı işte. açık yaraya dokunulur mu hiç? dokunulmasa daha iyidir bence.

çok ilginçtir; ben bu şarkıyı daha önce de çokça dinlemiştim, ama zihnimde hep aynı sahnenin fonunda döner: antalya'daydım, yanımda çok sevdiğim bir arkadaşım vardı, iki dakika sonra deniz çıkacaktı karşımıza. ne ki, o sırada mp3 çaların kudretli shuffle modu bu şarkıyı sokuşturdu kulağıma. olmaması gereken bir anda. öyle bir andı ki, güllük caddesi'nden geçiyorduk, otobüsteydik, caddede kalabalık vardı, dükkanlar parıl parıldı ve o anda benim mutlu olmam gerekiyordu, yani işte bütün şartlar onu gerektiriyordu; fakat, "haven't had a dream in a long time.."

mevcut durumlarla dip duyguları çatışır hep. savaşın ortasındayken her şeye yabancılaşırız aniden. olur bize öyle genelde. neyse.

bir de sessizce ağlamak çok zor bir şeydir. insan içinde ağlamak da çok zor bir şeydir mesela. sonra o insanlara kimi meşru açıklamalar yapmak zorunda kalmak sıkıntılı bir şeydir. bilir misiniz? bilmeyin.

bahtsızız, ama özgürüz. bunun idrakı bize kendimizce ağır bedeller ödettirdi. tek demek istediğim bu aslında. o yüzden artık fark etmiyor sanırım. yani;

"so, for once in my life get the fuck out of here" bile olur.


pipelette pipelette
kısa bir isim koymak bu kadar zor muydu dedirten şarkı. sadece adından tüm şarkıyı ezberlemek ve söylemek mümkün, böylelikle sevmiş de oluyorsunuz haliyle.
betterthanwords betterthanwords
başlıktaki girileri görünce hiç dinlemek istemediğim şarkı.. idi..
"ayy süper" yada ne bileyim "hep dinelediğim çok sevdiğim" vb...

sonra aklıma takıldı..
dinleyeyim dedim..
dinledim..
hala da dinliyorum..
1 /