türkiye değildir. türkiye'de çok güçlü bir protesto kültürü vardı. bu kültür osmanlı'ya dayanır. cumhuriyet döneminde uzun bir ara vermiş ve 50'lerde yeniden dirilmiştir. sonuçta bir fransa ya da yunanistan değiliz ama zaten başka hiçbir ülke bir fransa ya da yunanistan değil... eskiden güney kore de iyi gözüküyordu.
ama aynı zamanda türkiye'de orrrospu çocuğu
ev kölesi enflasyonu da var. bizi bitiren şey de bu.
neyse. iktidarda kimlerin olduğu önemli değildir. iktidaraların tavırları önemli değildir. her iktidar protesto edilebilir. her iktidar devrilebilir de...
en azından protestonun yapılabilirliğini ve sürekliliğini belirleyen tek şey vatandaşın kafasıdır. bizde muhalefet 10 senedir kendi meşruiyetine zerre kadar inanmadığı için sokaktan deli gibi korkuyor. bunun istisnası da kimlik mücadelesi yapan kadınlar, kürtler ve lgbt'ler. o niye korkmuyor da bizim tirrek muhalifler korkuyor? çünkü sesini çıkarmanın meşruiyetine inanmıyor. ötekiler diyorlar ki "kardeşim ben varım. benim varlığımın meşruiyetini kim tartışabilir?" yarrak muhalif nerdeyse muhalif olduğunu fısıldamaya korkacak. "biz de devletümüzün milletümüzün yanındayız. allah, kitap, atatürk, falan filan. işte devlet ayrı hökümet ayrı" lan yarrak senin bir derdin varsa, senin derdini anlatmandan daha meşru bir şey yok. devlet millet bik bik ne alaka geri zekalı?
sen kendi varlığının meşruiyetine inanıyorsan sokağa rahat rahat çıkarsın. inanmıyorsan çıkmazsın.
siz ciddi ciddi 90'lardaki devletin protestolar karşısında şimdikinden daha toleranslı olduğuna mı inanıyorsunuz? ya 80'lerde ya da 70'lerde? akp rejimi iran devletinden daha mı sert? protestoyu belirleyen şey devletin toleransı değildir. devletin toleransını zorunlu olarak genişletecek olan şey protesto alışkanlıklarıdır.
bu da şu anlama gelir. sen sesini ne kadar cılız çıkartırsan sesini o kadar rahat boğarlar. gezi dönemindeki özgürlüğü siz başka nerede gördünüz? istanbul'da akp iktidarından önceki tek dayaksız 1 mayıs gösterisi 1995'te yapılmıştı. onun sırrı neydi biliyor musunuz? iki ay önce yaşanan gazi mahallesi isyanıydı. diğer bir mayıslarda pembik sendika pankartları bile dayak nedeni olabilirken 1995 kadıköy'ünde meydanın yarısı kızıl payraklarla örgüt pankartlarıyla doluydu ve polis gık çıkarmadı. çünkü devletin toleransını sağlayan şey, karşısında diş gösterebilen insanlar oluşudur. tecrübeyle sabit.
bu ülkede son on senedir iki kişi çıkıp bir şeyi protesto'ya kalkışsa sözde muhalifler iktidardan önce lince koşuyorlar. "tebkimizi sandıhta gösterelim argadaşlar, bizim meşruiyetimizi şey yapıyorsunuz" sizin meşruiyetinizi skim. meşru olup ne bok yiyorsanız? yapacağınız şey 5 senede bir üç tane yarrağa oy vermek. meşru sayılmazsan ne olacak? oy pusulasını götüne sokup evine mi postalayacaklar?
rejimin önemi yok dedim. hadi nazi iktidarı olsun... bu koduğumun ev kölesi sosyal demokratları olmasa almanya'da nazilerin iktidarı da sokakta engellenebilirdi. bakın o dönem almanya'nın ordusu versay antlaşması ile sınırlandırılmış. savaştan sonra kısa süren bir devrim girişimi yaşanmış. bu koşullardan kaynaklı tüm yasal partilerin silahlı seksiyonları var. sosyal demokratların silahlı seksiyonunun başında kim var biliyor musunuz? orduda hitler'in komutanı olan, hitler'i o zamanki adı dap olan nsdap'a ordunun elemanı olarak sızdıran istihbarat subayı orospu çocuğu var. yani pratikte nazizmin babası sonradan alman sosyal demokrat partisinin askeri seksiyonunu yönetecek olan piçle aynı kişi. neyse bunların detaylarına falan inmek isterseniz size şöyle bir pas atabilirim:
tr.instela.com
bunlar düşman mı? hitler iktidara yaklaşırken tüm rakiplerini ve üstlerini teker teker ortadan kaldırma çabasında olduğu için tabii ki düşman ama zaten mevzu rekabet ya da düşmanlığın gerçekliği değil. kafaların aynılığı. bizim millet bunu anlamıyor. misal ben
azureel'i sevmiyorum. gıcık oluyorum.
radiance da azureel'i sevmiyor. bir mal değneği olarak ben şöyle düşünüyorum. ikimiz de azureel'e gıcık olduğumuza göre aynı saftayız demektir.
lan mal kardeşim. sen dumrul olarak kimsin? instela'da bi paryasın.
radiance kim? efendilerden biri.
azureel kim? o da efendi. oğlum parya ile efendinin çıkarı bir olabilir mi? duygusu bir olabilir mi? çıkarı - duygusu - arzusu - nefreti bir olmayanların mücadele motivasyonları ve yöntemleri bir olabilir mi? radiance gider azureel'in ferrarisinin gözüne üç gram koko koyup onu ihbar eder konuyu kapatır. ben buna kalkışsam ferrari'ye yaklaştığım anda hem hırsızlıktan hem uyuşturucudan tutuklanırım. hatta radiance da gider azureel'le birlikte şikayetçi olur.
o zaman benim diğer paryalarla işbirliği aramam gerekir.
le şuhane olur,
iche iche oldu nietzsche olur,
yaratıcınickbulamadım, olur hiç benim kendi mahalleme daha yakın olanları anmıyorum bakın. burada önemli olan şey şu platform özelindeki sınıfsal konumumuzdur. azureel'in ferrarisini birlikte ters çevirip yakabilmemiz için ihtiyaç duyduğumuz şey buradaki sınıfsal konumlarımızı alt üst edecek ortak motivasyonlarımızın olmasıdır, yok biri reyisçiymiş, diğeri muharremci miymiş bi şeyciymiş, ötekinin memeleri varmış bakmam. bakmam derken yani memelere bakmak hoşuma gider de o manada demiyorum. burada önemli olan şey motivasyondur, isteklerindir.
wondrous bir reyistir. hepimizi ispanyol kızları gelecek yalanıyla buraya adeta hapsetti. beklerken hepimiz yaşlandık ve evde kaldık. evli olanlar ispanyol kızları gelcek diye boşandılar. hetero kadınlarımızın hepsi ispanyol akınına hazırlanmak için kadınlara yönelmeye başladılar.
biz ne yaptık? protesto mu ettik? boykot mu ettik? ekranlara kafa mı attık? bütün girilerde
imam hatipler kapatılsın diyerek instela yı kapattırmaya mı çalıştık? hayır. gittik instela toplumunu radiance ve azureel arasında bir seçim yaparsak wondrous'un gideceğine ikna ettik. sonra
azureelciler ve
radianceçılar arasında bölünüp birbirimizi yemeye başladık. birine olan gıcıklığımız bizi diğerine daha çok bağladı. bu arada düşman bir alt seviyeye daha indi. misal
purge me diye bir tip benim gözüme batmaya başlar çünkü kesin
radianceçıdır.
kavga bu seviyede öylesine kızışır ki herkes en başta sormuş olması gereken iki tane kritik soruyu toptan unutur. hatta dışardan gelip bu garip hallerimize şaşıran insanlar bu soruları bize hatırlatmak istediğinde hep birlikte onları döveriz sonra radiance mı azureel mi kavgasına devam ederiz.
bu iki soru şudur?
1- wondrous'u seçimle indirmen mümkün mü aq?
2- wondrous ispanyol kızlarıyla bize bağlama büyüsü yaparken azureel ve radiance ne iş yapıyorlardı? onlar olmasa wondrous biz koyunları nasıl güdecek? azureel'i̇n ferrarisi nereden geliyor? radiance böyle pasta yapmayı nereden öğrendi?
aslında hitler'in komutanı mevzuuna geldiğimizi anlıyor musunuz? pekii kemal'den, meral'den, ümit'ten, muharrem'den ne haber? bu adamların (
bay meral dahil) hepsi kendi ekmeklerini büyütme peşindeler. onun dışında konumlarından çok memnunlar. aralarında bir fark yok. rekabetin hedefi senin götün. kişisel almaya gerek yok. benim gçtüm de hedef. onunki bununki de hedef... bütün rekabet senin götünün etrafında döndükten sonra senin götünü dinci sikmiş, laik sikmiş, türkçü sikmiş, kürtçü sikmiş ne fark eder oğlum?
bunu anladığın zaman, sen kim olursan ol, sorunun ne olursa olsun, çözümün her zaman sokaktan geleceğini de anlamış olacaksın.