katili devlet... katili koruyan yine devlet!
masal anlatıyorlar. "özgürlükçü bir anayasa" yapacağız diye masal anlatıyorlar. dicle'nin kenarında kaybolan koyunu benden sorun diye anlattıkları masallar gibi. dicle'nin kenarında ne koyunlar kayboldu. bırakın dicle'nin kenarını, i̇stanbul'un, ankara'nın, koca koca şehirlerin merkezlerinde, meydanlarında, üstelik güpegündüz ne insanlar kayboldu... da bulunamadı. nice insanlar öldürüldü... de failleri sırra kadem bastı..
bu ülkede ne katliamlar örtbas edildi. nice infazlar, işkenceler, kaybetmeler, faili meçhuller yok sayıldı... masal anlattıkları şurdan belli ki, bunları devam ettiriyorlar.
bu sayımızda, bunlardan, bunların "ilk"lerinden bir örneği anlatacağız size.
*
mustafa taylan özgür, odtü'lü devrimci bir öğrenciydi.
23 eylül 1969'da i̇stanbul'da, beyazıt meydanı'nda, güpegündüz ve herkesin ortasında katledildi. katledilen ilk devrimci değildi taylan özgür; ancak ilk planlı kontrgerilla cinayetlerinden biriydi. kontrgerilla o dönemde artık örgütlenmişti. cia tarafından nato bünyesinde oluşturulan ve sonraki yıllarda "gladio" olarak anılacak olan kontrgerilla teşkilatlanması avrupa çapında tamamlanmıştı ve ülkemizdeki ayağı da "özel harp dairesi" adı altında kurulmuştu. taylan; devletin resmi bir görevlisi tarafından öldürülmüştü ve o alenen cinayet işleyen bir resmi görevlinin devlet tarafından "alenen korunması" açısından da ilk'lerden biriydi.
*
taylan, odtü sosyalist fikir kulübü üyesiydi. devrimci gençlik içinde tanınan ve sevilen biriydi. o dönem birlikte mücadele ettiği arkadaşlarının anlatımıyla "kitlelerin güvenini kazanmayı bilen, özveri sahibi ve mücadeleden kaçmayan atak ve yiğit bir kişiliği vardı."
sosyalist fikir kulübü tarafından düzenlenen "köy çalışmaları"na katılmıştı. ufkunda devrim olanlardandı.
taylan, 6 ocak 1969'da odtü'yü ziyaret etmek isteyen abd elçisi robert komer'in makam arabasını yakan devrimci gençlerden biriydi. eylemi gerçekleştiren çok sayıda öğrenci vardı ama kommer'in arabasını ateşe verenler, sinan cemgil, taylan özgür, ulaş bardakçı ve i̇brahim seven'di. bu eylem nedeniyle devrimci odtü öğrencileri, yusuf arslan, sinan cemgil, taylan özgür, hüseyin i̇nan, ulaş bardakçı, i̇rfan uçar ve münir aktolga aranmaya başladılar. bu dönemlerinde illegaliteyle tanıştılar.
mustafa taylan özgür, 23 eylül günü sokak ortasında polis memuru i̇hsan çakıcı tarafından bir süre kovalandıktan sonra tabanca ile vurularak öldürüldü. ama daha ilginç ve önemli olan, taylan'ı vuran polisin üzerinde komer'in arabasını yakmaktan sanık olanların listesi de bulunmuştu.
kısacası, taylan da dönemin gençlik önderlerinden, kadrolarından biriydi. ve kuşkusuz bunun için de hedef alınmıştı. zaten taylan özgür'ün katledilmesinden sonra da gençlik hareketini sindirmeye yönelik cinayetler devam edecekti. (19 eylül 1969'da orman fakültesi öğrencisi mehmet cantekin, sadece dört gün sonra taylan özgür, yaklaşık iki ay sonra, 9 aralık 1969'da yıldız devlet mühendislik ve mimarlık akademisi öğrencisi mehmet büyüksevinç, 14 aralık 1969'da da aynı okulun öğrencisi battal mehetoğlu polisin himayesindeki "komandolar" tarafından öldürüldüler. ve onların katilleri de ya tespit edilemediler, yakalanamadılar, ya da yakalandılarsa da, başbuğları tarafından tez vakitte kurtarıldılar.)
*
polis memuru i̇hsan çakıcı kontrgerillanın tetikçilerinden biriydi. bu cinayetten sonra, devlet tarafından yurt dışına "görevli olarak" gönderildi, yani düpedüz kaçırıldı. "taylan özgür cinayeti dosyası" kapatıldı.
oral çalışlar, bu cinayetin bir kesitini "68 anılarım" adlı kitabında şöyle anlatıyordu:
"taylan atak ve gözü pek bir arkadaşımızdı. odtü'lü devrimciler içinde tanınan ve sevilen birisiydi. bunlar deniz'le birlikte ertesi gün i̇stanbul üniversitesi'ne gidiyorlar. deniz o zaman aranıyordu. deniz, dekan tarık zafer tunaya 'nın odasına gidiyor ve tabii polisler de onu yakalayıp götürüyorlar. onun götürülmesi sırasında devrimciler arasında birisi havaya ateş ediyor. polis, taylan'ın da içinde bulunduğu grubu kovalamaya ve ateş edeni yakalamaya çalışıyor. bu şekilde beyazıt'ın önündeki ana caddeye geliyorlar. sivil polisin birisi taylan'ın peşine düşüyor ve ara sokağın birisinde kıstırıp beynine ateş ediyor.
polisin kimliği kısa sürede anlaşıldı. taylan'ı bilinçli şekilde ve önceden gözüne kestirerek öldürdüğü, cinayetin gerçekleştirilme biçiminden belli oluyordu... cinayeti işleyen sivil polis, bir görevle yurtdışına gönderildi..."
profesör dr. aydın aybay da konu üzerine yakın dönemde bir gazeteye gönderdiği yazısında bu konuda şunu ifade ediyordu:
1. taylan özgür 'ün katli tam bir vahşettir. görevli(!) failin, hemen oracıktan bir cipe atlayıp gittiğini görmüşlerdi.
*
görevli görevini yapmış ve gitmişti. sonrasında tanıklar i̇hsan çakıcı'yı teşhis ettiler.
lakin, "teşhis" normal bir devlet işleyişi ve normal bir yargı mekanizması içinde geçerli bir hukuki yöntemdir. ama devlet için zaten "bilinmeyen" bir şey yok ki, teşhise, tanığa ihtiyaç duyulsun.
devlet taylan özgür'ün katilini yargılama peşinde değildi ki, teşhislere, tanıklıklara itibar etsin.
polis memuru i̇hsan çakıcı, kimbilir nerede o günden beri? bilinmiyor. belki, taylan özgür'ün öldürülmesinden sonra, bu ülkede onlarca yıl başbakanlık yapmış demirel biliyordur, belki ecevit biliyordur. belki de "polisimiz görevini yaptı, devletimiz de görevini yapıp onu sakladı" deyip ötesini araştırmamış, karıştırmamışlardır.
ama bu arada büyük ihtimalle emniyet genel müdürlüğü, mi̇t veya başka bir devlet kurumu aracılığıyla i̇hsan çakıcı'nın maaşını ödemeye devam etmişlerdir. hani işkence, katliam davalarında oluyor ya; mahkemeler onları bir türlü bulamıyor, fakat onlar her ay maaşlarını tıkır tıkır çekmeye devam ediyorlar.
"devletin katili", "devletin işkencecisi" olmak böyle bir şey işte.
i̇lginçtir, birkaç ay önce basına da yansıdı. taylan özgür'ün katledilmesinin televizyonlarda oynayan 'hatırla sevgili' adlı dizide yeralması da "birtakım güçler" tarafından engellenmişti. gazeteci sina koloğlu ve oral çalışlar sözettiler bu sansürden.
koloğlu'nun yazdığına göre "o dönemin ilk faili meçhul cinayeti olarak bilinen taylan özgür'ün dizide yer alması bir şekilde sansüre uğramış."
düşünün, aradan 38 yıl geçiyor ve devlet, hala cinayetinin hesabını vermemiş. ve devlet, halâ cinayetini örtbas etme peşinde.
*
ama nasıl örtbas etmesin; bir değil, bin değil... birinin üstündeki örtü açıldığında, biliyor ki, devamının "çorap söküğü" gibi gelmesi de ihtimal dahilinde.
mesela, taylan özgür'ün polis tarafından alenen kovalanarak katledilmesinden üç yıl sonra, cephe'nin yiğit militanlarından koray doğan da ankara'da yine devletin resmi polisi tarafından aynı şekilde öldürülecekti... koray, sokağın ortasında pusuya düşürülüp öldürülecek ve hiçbir polisten bu cinayetin hesabı sorulmayacaktı. çünkü o zaman artık 12 mart cuntası vardı.
sonraki yıllarda işlenen sokak ortası cinayetler de soruşturulmayacaktı. çünkü artık o zamanlarda da "cunta hukuku" süreklileştirilmiş olacaktı.
aslında taylan özgür'den bugüne kadar gelen tüm örnekler şunu gösteriyor ki; devletin cinayet işletip, katilleri de koruması, "askeri" yönetimlere özgü değil. olay devlet içine "yuvalanmış" gizli örgütlerin işi de değil. i̇hsan çakıcı'nın patronu, amiri, "karanlık güçler!" değil, resmi ve aleni devletti. çakıcı, amirinden aldığı emri yerine getirmişti. i̇hsan çakıcı'dan ayhan çarkın- lar'a, erhan tunceller'e kadar da mekanizma halen böyle işlemekte...
yuruyus
yuruyus