"duygulu bir şarkı çalarken beethoven'dan bir eser açtım. duygu da gitti, beethoven da. ortaya "olmaması gereken" bir şey çıktı. her türden "düzen"i yıkmaya çalışan adorno'nun müzikte de tonaliteyi yıkmak istemesini anlıyorum. ama "düzen" de içimizde, armoni de, tonalite de.
imtizaç,
armoni,
düzen,
ahenk... büyükbüyükbüyükbüyükbüyükbüyük babam olsa "âhenksüz kalmagıl!" derdi. "düzen", hava-gibi su-gibi olmuş. beethoven'la (burada bir
mecaz ı mürsel var sanki)
coldplay'i aynı anda dinleyemem - demek ki fark kültürel değil. öte yandan
burçak tarlası'nı açıp diğer tarafta
bella ciao'yu,
polyuşka polye'yi dinlemeye kalkamam - demek ki fark türsel ya da tematik de değil. bütün mesele şarkıların
tekilliğinde... hepsi tek başına belirli bir uyumun ürünü. hepsi, gerçekliğin belirli bir tarzda özümlenmesiyle elde edilmiş.
burçak tarlası'nda natürel mi yerine mi bemol de basamam. o zaman tekilliğini kaybeder.
bunu bir alegori olarak daha fazla sürdürmeye gerek yok. insanı "yapan" sesler ve görüntüler (çünkü insan "sesler"in -anne sesi, baba sesi, müzik sesi, kalp sesi- ve "görüntüler"in -bütün canlı ve cansız mekânsal bağlam- toplamıdır) hacmen bir "tekil"de şiştiklerinde üst üste binmiş farklı türlerin "gürültüsü" gelir kulağa. her "tekil" insan, bütün ses ve görüntüleri benliğinde uyum içinde d(i/ü)zmelidir. annemin "ses"i benim sesimi bastırdığında ortaya bir gürültü çıkar. babamın görüntüsü irademe karşı rol kestiğinde sorunlu bir "kolaj" çıkar ortaya. tekil olan, tekil olarak kalmalı, kalmaya mahkûm - eğer "âhenk"li bir hayat yaşamak istiyorsa. başka sesler ve görüntülerin üst üste binmesine izin veren, 9. senfoni ve
burçak tarlası'nı ömrü boyunca aynı anda dinlemeye mahkûmdur."