sanki hafiften çevirmen gadrine uğramış bir film. orijinal ismini (güzel) türkçemize çevirdiğimizde "ölmüş, gitmiş, tükenmiş" gibi anlamlar çıkıyor (sağolasın redhouse). ki bu gitmişlik/bitmişlik duygusunu film boyunca çok yoğun biçimde hissediyoruz.
william costigan'ın (bkz:
leonardo di caprio) ölmüş babası, ve mahvolmuş aile-arkadaş ilişkilerinde, bilmemne sullivan'ın (bkz:
matt damon) kendine yabancılaşması ve tarumar olmuş duygu dünyasında, frank costello'nun (bkz:
jack nicholson) naylon irlanda milliyetçiliği'nde, değer diye ortaya koyduğu her şeye ihanet edişinde hep bu sürekli tükenme durumu, kesif ölüm aurası mevcut. filmin ani ve kimilerine absürt gelebilecek sonu da bu bağlamda yerli yerine oturuyor aslında. bu yüzden filmin orijinal ismi çok ama çok anlamlı.
halbuki çevirmen ağabeyimiz ne yapmış? senaryoda her iki cümlenin birinde geçen "rat" sözcüğünün de etkisiyle olsa gerek, afişin üstüne büyük puntolarla "köstebek" diye yazıvermiş. ama bu isim, afişteki sert sert bakan karizmatik abi suratlarıyla da birleşince halka yanlış mesaj veriliyor. "kurtlar vadisi boston" tadında bir hikaye beklentisiyle sinemaya koşan izleyici beklediğini bulamayıp, bir de 2,5 saatlik gayet yoğun psikolojik dramayı bünyeye alınca, çok kötü butonuna basmakta tereddüt etmiyor. sonra
martin scorsese ellialtıncı
oscar adaylığından da eli boş dönüyor. olmaz ama.