and if a double-decker bus
crashes into us
to die by your side
ıs such a heavenly way to die
and if a ten-ton truck
kills the both of us
to die by your side
well, the pleasure - the privilege is mine
kısmına bayıldığım, the smiths parçası
the smiths deyince akla ilk gelen şarkılardandır.. candır..
the divine comedy de bu şarkıyı coverlamıştır lakin
the smiths şarkılarına yapılan hiçbir cover, hiçbir sanatsal müdahale asla
morrissey'in verdiği tadı vermez..
efsane the smiths şarkısı ve tadına doyulmaz morrissey yorumu olan güzel musiki eseri.
sevdicek ile ölüme bile gidilir, koymaz insana...
yok çift katlı otobüs bize çarpsın, yok on tonluk kamyonun altında kalıp ölelim gibi sınır ötesi temenniler ancak bu kadar güzel dile getirilir.
arabanın camına yansıyan sokak lambaları, neon ışıklar. arabanın içinde ise bu akşam ölürüm tadında, kocaman bir aşk. doldur be meyhaneci yerine, take me anywhere don't care diyoruz bazen morrissey abimizin sesinin eşliğinde. karşıdan ise iki kocaman farıyla bir otobüs geliyor, direksiyondaki eli tutuyoruz sıkıca.
ruha garip bir huzur enjekte eden şarkı; ciddi ciddi "ağlak" sözleri olmasına rağmen notalar şarkıyı başka bir aleme taşıyor.
ve aynı zamanda
trainspotting de bir bölümünün adıdır. hatta trainspotting denince bir
iggy pop bir de bu şarkı gelir aklıma, nasıl yaptıysam ilişkilendirmişim işte.
ağlak
teenage angst estetiklerinden olan the smiths eseri.
bu aralar içimde duyduğum ve sahip olmadığımı anladığım evin olmayışını çok iyi anlatan şarkı.
gidiyorum bu! dedirtiyor içinden insana.ağlatmıyor ama güldürmüyor da, buruk bir hüzün gibi kalbine işliyor,beynine çakılıyor..
the smiths sevme nedenimdir bu şarkı. al götür beni buralardan işte demenin en melodik yolu.
yolculuk sırasında, kafanızı arabanın camından çıkarıp bağıra bağıra söyleme isteği uyandıran the smiths şaheseri.
her dinlenişince biraz daha mutsuz eden, güzel şarkı. hayatım film olsaydı - ki kısa film olurdu- kendisi soundtrackte bulunurdu. muhtemelen de karakterin - belki de tipin- evden dışarı, anca dershaneye gittiği bir sahnede çalardı. ama mutlaka çalardı...
*
hak edecek birini bulduğumda ona söyleyeceğim enfes şarkı..
günün herhangi bir saatinde herhangi bir yerde dinleyebileceğiniz-dinlemek isteyeceğiniz en iyi the smiths parçalarından biri. garip bir şekilde bahar sabahlarının hafif serinliği gibi bir his veriyor.
500 days of summer filmi ile keşfettiğim, bunca zaman the smiths dinlemiş olmama rağmen nasıl farketmediğimi anlamadığım, insanın içini ısıtan parça. her dinlediğimde '60 model kırmızı bi cadillacta sevdicekle birlikte seslerimiz şehrin ışıklarına karışırken söylemek istediğim yegane parçalardan. (bkz:
sözlük yazarlarının hayalleri)